Prof. Dr. Hikmet Sami TÜRK
Hukuk profesörü, 20, 21’inci dönem Trabzon milletvekili. 1958 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 1964’te Almanya’da Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde “Hukuk Doktoru” unvanını kazandı. 1988 yılında profesör oldu. 1995 ve 1999 Genel Seçimlerinde DSP’den Trabzon Milletvekili seçildi. 1997’de kurulan III. Yılmaz Koalisyon Hükümeti’nde DSP’den İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı, 1999’da kurulan IV. Ecevit Hükümeti’nde Milli Savunma Bakanı ve 28 Mayıs 1999’da kurulan V. Ecevit Hükümeti’nde de Adalet Bakanı olarak görev yaptı. Halen DSP Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürütmektedir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu göreve seçilmeden önce de, seçildikten sonra da farklı bir Cumhurbaşkanı olacağını söyledi. Öyle de yapıyor. Başbakanlık dönemini aratmayacak bir dinamizmle her gün bir veya daha çok etkinlikte yer alıyor; sanki hâlâ kendisi o görevdeymiş, ülkede bir başbakan yokmuş gibi iç ve dış politika ile ilgili görüşmeler ve açıklamalar yapıyor; geçmişi kötüleyerek, kendisinin başında bulunduğu hükümetlerin icraatını övgüyle anlatıyor; muhalefet partilerine çatıyor, paralel yapıyı suçluyor, henüz soruşturma aşamasındaki yargı süreçlerini etkileyebilecek sözler söylüyor; basın özgürlüğü üzerinde ağır bir baskı niteliği taşıyan göz altına alma ve tutuklamalar dolayısıyla dış çevrelerin, bu arada Avrupa Birliği yetkililerinin ifade ettikleri kaygıları, onların akıllarını kendilerine saklamaları tavsiyesiyle cevaplandırıyor.
Öte yandan daha önce Anayasa’nın Cumhurbaşkanı’na verdiği bütün yetkileri kullanacağını söyleyen Erdoğan‘ın 5 Ocak 2015 günü yapılacak Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık edeceği ve bu uygulamanın iki aylık aralarla devam edeceği açıklandı; Anayasa’nın öngördüğü cumhurbaşkanlığı sisteminin “aslında fiilen bir yarı başkanlık sistemi” olduğu öne sürüldü(1). Bu yeni uygulama için önceki cumhurbaşkanlarının kullandıkları Çankaya Köşkünü bırakarak bir israf anıtı olarak inşa ettirilen Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda oluşturulan çalışma gruplarının bir gölge kabine gibi Erdoğan‘a yardımcı olacakları anlaşılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, görev başında bir hükümet bulunduğunu göz ardı ederek “Türkiye Cumhuriyeti Devleti nereden yönetiliyor, nereden yönetildi?” sorusunun cevabını duruşuyla bu sarayın vereceğini belirtti(2). Bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin daha şimdiden yarı başkanlık, hatta başkanlık sisteminin ötesinde fiilî bir tek adam yönetimine girmiş olması demektir.
Böyle bir algı yürürlükteki Anayasa ile ne ölçüde örtüşmektedir? Cumhurbaşkanı’nın anayasal konumu ne ölçüde böyle bir uygulamaya elverişlidir?
Görev ve yetkileri
Yürürlükteki Anayasa’mızın Cumhurbaşkanı’nın “Görev ve yetkileri” kenar başlıklı 104. maddesi, onun anayasal konumunu belirten şu tanımla başlar: “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milleti’nin birliğini temsil eder. Anayasa’nın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.” (f. I). Aynı maddede her biri tek tek belirtilmek suretiyle uzunca bir liste hâlinde sıralanan bu görev ve yetkiler, yasama, yürütme ve yargı ile ilgili olmak üzere üç grupta toplanmıştır (f. II a,b,c). Fakat bu listeden başkanlık ya da yarı başkanlık sistemi için yeterli bir hukukî dayanak çıkarılamaz. Çoğu doğrudan doğruya parlâmenter sistemin işlemesini sağlamaya yönelik söz konusu görev ve yetkiler, bu sistemin mantığı içinde yorumlanmalıdır. Çünkü Anayasa’ya göre yürütmenin sorumluluğu, Cumhurbaşkanı’nda değil, Başbakan ve Bakanlar Kurulu’ndadır (m. 105/I, 112/I-III).
Tarafsızlıkla bağdaşmıyor
Parlâmenter sistemde “devletin başı” olmak, devletin siyasî bakımdan tarafsız en üst görevinde bulunmak demektir. Cumhurbaşkanı’nı monarşi ile yönetilen diğer parlâmenter demokrasilerin devlet başkanlarından ayırt eden en önemli fark, bu göreve seçimle gelmesidir. Ama Cumhurbaşkanı, bu görevi tarafsızlıkla yürütmek zorundadır. 1961 Anayasası gibi 1982 Anayasası da, bunu sağlayıcı hükümler de getirmiştir: “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer (m. 101/IV, krş. AY 1961 m. 95/III). Cumhurbaşkanı, görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde bu “görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için” bütün gücüyle çalışacağına ant içer (m. 103/II, krş. AY 1961 m. 96/II). Bu hükümler, AKP ile ilişiğinin kesilmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinin sona ermesi ve ant içme yönünden Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında da uygulandı. Ne var ki, onlarla amaçlanan tarafsızlığın gereklerine tam olarak uyulduğu söylenemez. Anayasa gereğince “Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milleti’nin birliğini temsil” eden Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın hâlâ AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlığı zamanında olduğu gibi muhalefet partilerinin genel başkanlarıyla siyasî polemiklere girmesi, anayasal konumu ve tarafsızlıkla bağdaşmaz.
Bakanlar Kurulu başkanlığı
Cumhurbaşkanı’nın yürütme ile ilgili görev ve yetkileri arasında “Gerekli gördüğü hâllerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırmak” da vardır (f. II b). 1924 Teşkilâtı Esasiye Kanunu/1945’te Türkçeleştirilmiş Anayasa’da bu hüküm, “Reisicumhur, ...lüzum gördükçe İcra Vekilleri Heyetine riyaset eder.”/ “Cumhurbaşkanı, ... gerekli gördükçe, Bakanlar Kuruluna başkanlık eder” (m. 32 c. 2), 1961 Anayasası’nda “Cumhurbaşkanı, gerekli gördükçe, Bakanlar Kuruluna başkanlık eder” (m. 97/II c. 1) biçiminde idi. Demek ki 1982 Anayasası, Cumhurbaşkanı’na yalnız “Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmek” yetkisini vermekle kalmamış, Ona “Bakanlar Kurulu’nu başkanlığı altında toplantıya çağırmak” yetkisini de tanımıştır (m. 104/ II b). Bu yetkiler, Cumhurbaşkanı’nın “gerekli gördüğü hâllerde” kullanacağı genel yetkilerdir.
İstisnai durumlar
Fakat Anayasa’nın 104. maddesi, -önceki anayasalardan farklı olarak- Cumhurbaşkanı’nın Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmesini kurucu unsur olarak zorunlu gördüğü işlemlere de yer vermiştir: “Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim veya olağanüstü hâl ilân etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak” (f. II b). Gerçekten Anayasa’nın “Olağanüstü yönetim usulleri” ile ilgili hükümlerinde olağanüstü hâl veya sıkıyönetim ilân edilebilmesi ve olağanüstü hâl veya sıkıyönetimin “gerekli kıldığı konularda kanun hükmünde kararname” çıkarılabilmesi için Bakanlar Kurulu’nun “Cumhurbaşkanı başkanlığında” toplanması öngörülmüştür (m. 119, 120, 121/I, III, 122/I-III).
“Olağanüstü yönetim usulleri” kapsamındaki bu istisnaî durumlar bir yana bırakılırsa; Cumhurbaşkanı’nın “gerekli gördüğü hâllerde” Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmesi, olağan koşullarda pek rastlanan bir durum değildir. 1924 Teşkilâtı Esasiye Kanunu/Anayasa’dan beri bütün anayasalarımızda yer alan bu yetki, şimdiye kadarki uygulamada çok istisnaî ve özel durumlarda kullanılmıştır. Anayasa’nın 105. maddesine göre imzaladığı kararlardan dolayı sorumlu olan Başbakan ve bakanlar yanında hiçbir sorumluluğu bulunmayan Cumhurbaşkanı’nın düzenli bir biçimde Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmesi, böylece karar sürecine bu aşamada katılması, Anayasa’da öngörülmeyen ve parlâmenter sistemle de bağdaşmayan bir uygulama olacaktır.
____________________________
(1) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın siyasî danışmanı Binali Yıldırım‘ın bu konudaki açıklamaları için bk. Hürriyet, 16.12.2014, s.18 “% 52’yle gelen ‘Karışmıyorum’ diyemez” (Nuray Babacan).
(2) Bk. Hürriyet, 4.12. 2014, s.16 “Burası Tayyip Erdoğan’ın sarayı değil, Türk milletinin”.