Mehmet Şakir ÖRS
1979 yılında Ege Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonomi Bölümü’nden mezun oldu. Uzun yıllar görev yaptığı Tariş’te yönetici olarak çeşitli görevlerde bulundu. Gazetecilik yaptı, iletişim ve halkla ilişkiler alanında çalıştı. Eşi Prof.Dr. Ferlal Örs ile birlikte İletişimevi’ni kurdu. Çeşitli ekonomik, sosyal ve kültürel konularda yayımlanmış çok sayıda kitabı ve kazanılmış ödülü var. CHP İzmir İl Yöneticiliği yaptı. İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanlık Danışmanlığı ve İZFAŞ (İzmir Fuarı) Genel Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Türkiye Yazarlar Sendikası, Edebiyatçılar Derneği, Dil Derneği ve Çağdaş Gazeteciler Derneği üyesi.
Rahmetli halk ozanımız Aşık Veysel’in söylediği gibi, “Benim sadık yarim kara topraktır”… Toprak, bizim için anlamlıdır, önemlidir, değerlidir… Bir bakıma hayatın temelidir, simgesidir. Tıpkı hava gibi, su gibi…
Yaşamımızda bunca önemli yeri olan toprağa, her daim saygıyla eğiliriz… O hayata can verir… Ne diyordu büyük şairimiz Nazım Hikmet, “Bugün pazar / Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar” diye başlayan o güzelim dizelerinin finalinde: “Toprak, güneş ve ben / Bahtiyarım…”
İşte Birleşmiş Milletler, bütün bu önemliliklerden hareketle, içinde bulunduğumuz yılı ‘Uluslararası Toprak Yılı’ ilan etti. Bizce çok önemli ve anlamlı bir değerlendirme… 2015 yılı boyunca ülkemizde ve bütün dünyada, toprağın önemi, anlamı ve değeri konusunda farkındalık oluşturulacak.
Toprağın oğlu
‘Toprak’ ve ‘toprak yılı’ denince, usumuzda nice duygular - düşünceler kıpraşıyor… Yaşadığımız pek çok anı, fotoğraf olup belleğimize ve yüreğimize düşüyor…
Ege Bölgesi’nin kırsal kesiminde bir üretici çocuğu olarak dünyaya gelişimiz... Bağlar, bahçeler içinde geçen çocukluğumuz, ilk gençliğimiz... İlkokul mezunu olmalarına karşın hayatın üniversitesinde kendilerini yetiştirmiş, tam bir ‘toprak insanı’ olan rahmetli anne ve babamızdan ilk siyaset ve mücadele derslerini alışımız... Ege Bağcılar Birliği başkanlığı yapan rahmetli babamızla birlikte, üzüm üreticilerinin, toprak insanlarının mücadelesine soyunuşumuz... Daha ortaokul sıralarındayken elimizde megafonla üretici mitinglerine çağrılar yapmamız…
Gençlik yıllarımızda, bir yandan üniversitede okurken, diğer yandan Tariş’te işçi olarak çalışmaya başlamamız... Fakültede, hem üretici çocuğu hem de Tariş çalışanı olduğumuzu öğrenen, ekonomi kürsüsü başkanı rahmetli hocamız Prof.Dr. Oğuz Çataloğlu’nun verdiği bitirme tezi konusu: ‘Çekirdeksiz Kuru Üzümde Üretim ve İhracat İlişkileri’... Daha sonraki yıllarda, toprağın, toprak insanlarının sorunlarını bu kez yazarak, konuşarak gündeme getirişimiz... Üzüm üreticilerinin sorunlarını anlattığımız bir yazı dizisiyle, 1985 yılında ilk ödülümüzü, ‘Hasan Tahsin Gazetecilik Özel Ödülü’nü kazanışımız... Ve ilk kitabımız, 1987’de Dönemeç Yayınları’ndan çıkan ‘Toprak İnsanları’…
Hayatımızın sonraki dönemlerinde de toprağın, toprak insanlarının sorunlarıyla ilgili çabamız, çalışmamız hep devam etti. Tariş’te görev yaptığımız yıllar... Sonra her yıl düzenlediğimiz geleneksel ‘Kooperatifçilik Günleri’... Türkiye’nin en büyük bölge gazetesinde 1990’lı yıllarda yazdığımız ‘Toprak ve İnsan’ köşesi; kırsal kesimin sorunları üzerine hazırladığımız araştırmalar, yazı dizileri... Eylemler, konferanslar, konuşmalar…
Doğrusu, toprakla alışverişimiz hiç tükenmedi... Toprak insanlarıyla iletişimimiz hiç kopmadı... Halen de bir ayağımız toprakta, kırsal kesimde…
Katledilen araziler
Toplum olarak, hayatımızda bunca önemli yeri olan toprağa acaba gerekli değeri verebiliyor muyuz? Ya da onu yeterince değerlendirebiliyor muyuz? Doğrusu günümüz gerçekliğinde bu sorulara olumlu yanıt vermek pek mümkün görünmüyor.
Her gün o kadar çok çevre ve doğa tahribatı haberi ile karşılaşıyoruz ki; üzülmemek, endişe duymamak elde değil.
Oysa günümüzde doğayı, çevreyi korumak; toprağı sahiplenmek ve onu işleyip değerlendirmek; bizce en yaşamsal konuların başında gelmeli...
Ülkemizde tarım arazileri amaç dışı kullanım nedeniyle giderek azalıyor. İlk tarım sayımının yapıldığı 1927 yılında toplam arazinin yüzde 70’i tarımsal amaçla kullanılırken, bu oran 2011 yılında yüzde 51’e düşmüş. 1927 yılında 46.3 milyon hektar olan çayır-mera alanlarının 2011’de 18.7 milyon hektara düşmesi, sorunun ne denli önemli olduğunun rakamlarla en somut göstergesi.
Tarımsal araziler hızla arsa yapılıyor ve başka amaçlarla kullanılıyor. Rantçı anlayış, doğayı, toprağı yok ediyor, çevreyi kirletiyor. Sözde yapılan destekleme ödemeleri bile üretime yönelik değil, arazi hesabıyla yapılıyor. Sanki üreticinin ekmemesi, biçmemesi isteniyor. Köylerin dayatmayla mahalleye dönüştürülmesinin, önümüzdeki dönemde bu olumsuzlukları daha da tetikleyeceğini düşünüyoruz.
Bir zamanlar dünyada kendi kendine yeten, ürettikleriyle kendini besleyen 7 ülkeden biri olmamıza karşın, bugün saman bile ithal eder hale gelmemiz, elbette kendiliğinden olmadı. Günümüzde 103 ülkeden değişik gıda ürünü ithal ediyoruz. Bu acı gerçek, doğrusu yüreğimizi burkuyor.
Toprağı korumalıyız
Doğaya, çevreye, toprağa sahip çıkmama yaklaşımı böyle devam ederse, korkarız gelecek kuşakları daha karanlık bir tablo ve daha olumsuz günler bekliyor.
Bunca yıldır gördüğümüz, kavradığımız temel gerçek; ülkemizde toprağa gereken değerin, önemin verilmediği… Ve dolayısıyla da tarımın, kırsal kesimin sorunlarına yeterince duyarlı davranılmadığı…
İktisadi ve toplumsal yaşamda ağırlığı giderek daha da azalan kırsal kesime, tarım sektörüne sahip çıkılmalıdır. Tarım ve tarımsal üretim önemsenmelidir. Toprak korunmalı ve işlenmelidir. Tarımda da üretim ekonomisi egemen kılınmalıdır. Desteklemeler araziye değil, üretime verilmelidir…
2015 yılının hem ‘Uluslararası Toprak Yılı’ ve hem de ülkemizde seçim yılı oluşu, belki bütün bu konuların konuşulması, tartışılması ve gündeme taşınması için iyi bir vesile olacak.
Toprağa, tarıma, üretime; insanı ve doğayı odağına alan temel bir anlayışla yaklaşılmasının doğru olacağını düşünüyoruz.
Doğaya, toprağa olan saygımızı ve geleceğe olan umudumuzu koruyarak; yine büyük şairimizin o çok bilinen dizeleriyle noktalayalım yazımızı: “Köylünün toprağa hasreti var / toprağın hasreti makinalar!”