Üniversitede öğrencilere ders veriyor olmam bir şey değiştirmiyor, evet onlara karşı rahatım ancak özellikle tanımadığım kişilerle iletişimimde ya da kongre gibi konuya aşina insanların olduğu yerlerde kendimi hiç iyi hissetmiyorum, her an bir pot kıracağım, bir yanlış yapacağım korkusu sarıyor beni ve ben resmen tutukluk hissediyorum, konuşamıyorum, söze giremiyorum, konuşmayı sürdüremiyorum bir zaman sonra ne diyeceğimi konuşmaya nasıl devam edeceğimi bilemez hale geliyorum, sanki bütün bildiklerimi unutmuşum gibi hissediyorum…
Peki o an aklından neler geçiyor ve sen ne hissediyorsun?
Hah işte şimdi takılıp kalacaksın, ne konuşman gerektiğini bilemeyeceksin; ya aptalca şeyler söyleyeceksin ya da hiçbir şey… Öylece ortada kalacaksın, bütün gözler üzerinde iken millete rezil olacaksın…
Bütün bunları düşünüyorken bedenen neler hissediyorsun?
O an sadece düşeceğim aşağılık durum beni korkutuyor, oradan çıkamayacakmışım gibi hissediyorum, kalbim çarpmaya başlıyor, nefesim yetmiyor bu yüzden derin derin nefesler almak ihtiyacı hissediyorum eğer ayaktaysam başım dönüyor gibi oluyor…Ve en sonunda kendime söylenmeye başlıyorum; salak şey Allahın beceriksizi iki kelimeyi bir araya
(Önceki yazıdan devam) Bu esnada beynin bilgi işleme sisteminde o gün ki haliyle öylece donup kalmış olan olay değişime uğramakta, adeta yeniden işlenmektedir. Danışanın yaptığı her tur, bu işlemi daha kolay hale getirmekte, karşısında görselleştirdiği travmatik anısını temsil eden resim değişime uğramaktadır. Bu değişim çoğu zaman resmin görüntüsünün tamamen kaybolmasına kadar gitmektedir.
10 turluk birinci set sonunda heyecanla; “şimdi o resimde neler var ve bu son durum seni ne kadar rahatsız ediyor?” diye sordum. Cevabı karşısında gerçekten çok şaşırdığımı ifade etmeliyim; “6. turdan sonra resim önce flulaştı daha sonra da, son 1-2 turda o resmi karşımda göremedim”. “Peki, bu son haliyle resim seni ne kadar rahatsız ediyor?” dediğimde ise; “resim yok ki, rahatsız etsin!” dedi.
Entelektüel kapasitesi ve samimiyetine her ne kadar güvensem de bir miktar şaşkınlık içinde gerçekten resim yok mu diye sormak ve sıkıntı düzeyini tekrardan almak ihtiyacı hissettim. Ancak cevaplar aynıydı. Bu durumda seansın başında pek de inanmadığı seans sonu hedefine olan inancını tekrar sordum. “Oldu bu iş doktorum…” diyerek karşılık verdi. “Peki, kaç düzeyinde inanıyorsun?” dediğimde, “%80”
Yurt içi ve yurt dışı uçuşlarıyla çevresinde “uçan adam” diye tanınan danışanım son yurt dışı seyahati dönüşünde yaşadığı travmadan henüz kurtulabilmiş değildi. İlk seansta mutad olduğu üzere yaşamına ve olaya yönelik hikâyesini dinlemiş ve sonraki seansta yapacaklarımız üzerine bilgiler toplamıştım. Hemen hemen bu tür sıkıntı yaşayan bütün danışanlarımızın bizden beklentileri mucizevî bir sonuçtur. Ama biliriz ki tıpta mucize yoktur. Hastanın beklentisi ve terapi dünyasının gerçekleri çeliştiğinde kısa süreliğine de olsa terapistin eli kolu bağlanır. Ben de tam olarak bunu yaşadım.
Hastam acele ediyordu çünkü, kısa süre sonra bir yurt dışı seyahatine daha çıkacaktı. Ancak, son seyahatinde yaşadığı travma nedeniyle gelişen uçma fobisine henüz bir çare bulamamış ve içindeki korkudan kurtulamamıştı. Onun için gerçekten önemli bir seyahatti ve geriye sadece 5 günlük bir zaman kalmıştı. Bu yüzden bana, “bir seansta ne yapabilirseniz yapın çünkü zamanım yok…” dediğinde onun açısından durumun ne kadar stresli olduğunu anlamıştım.
Bu tür travmatik vakalarda işimiz bazen zor, bazen de kolaydır. Travmadan etkilenen ego yapısını yakaladığınızda üzerinde işlemleme yapılacak bir hedef
Hipnotik Yeniden işleme Terapisi, HYT; bilinç ile bilinçaltını beraberce işe koşan ve çift yönlü uyarımlarla bazı hipnotik tekniklerden oluşan bütüncül bir yaklaşımdır.
Beyinde doğuştan var olan bir bilgi işleme sisteminin varlığı göz önüne alındığında olumsuz yaşam deneyimleri ya da travmaların beynin fiziksel bilgi işleme sisteminin biyokimyasal dengesini bozmuş olabileceğini söylemek mümkündür. Bu dengesizlik bilgi işleme sürecinin bir çözüme ulaşmasını engelleyebilir. Travmatik süreçler; olağan uyum mekanizmalarının bozulmasına yol açar. Otörler; bu sürecin bilgi işlemeyi durduğu, bilgiyi anksiyete oluşturan orijinal haliyle dondurduğunu (DÜĞÜM) öne sürmektedir(Shapiro, 2016).
Travmatik olaylar ya da olumsuz yaşam deneyimleri bilgi işleme sisteminde tıkanmaya yol açtığında artık orada yeni bir işlemlemeye gereksinim doğar. Yeniden işlemleme yapılmadığında süreç, ego-distonik haliyle kalır. Amaç, sürecin egoya uyumlu hale getirilmesidir. Bu konuda Alladin (2013) şöyle der; “…Gevşeme ve rahatlama yetmez, tedavinin önemli olan parçası; travmatik olan olayı (anıyı) yeniden işlemektir. Yeniden işlemleme yaptığınızda kaygı düzeyiniz azalır.”
Adaptif olmayan bilgi ya da
David BURNS’den daha önce burada bahsetmiştim. “İyi Hissetmek” Türkçeye çevrilen kitaplarından biridir. Bilişsel Davranışçı Terapinin önde gelen terapistlerinden biri olmanın yanında bu terapiyi en iyi anlatan kitapların da yazarıdır.
İyi Hissetmek kitabında Burns hoca der ki; Mükemmel olmak bir insani yanılsamadır. Gerçekten de öyledir. Size tüm istediklerinizi vaat etmiş gibi yapar ancak sizi can evinizden vurur. Mutlu ve huzurlu olmanın yolu gibi görünür ama aslında sizi mutsuzluğun ıstırap dolu dehlizlerine iter. Mükemmel oldukça değerli olacağınızı sanırsınız. Bütün bir amansız mücadelenin sonunda geldiğiniz yer değersizlikten başka bir şey değildir. Bu konuda çabaladıkça hayal kırıklıklarınız da aynı oranda artmaya devam eder.
Çünkü, mükemmeliyetçilik ulaşılması zor hedefler koyar. Tabiatı gereği sonu yoktur. Siz birine vardığınızda bir diğeri gözünüzün önünde belirir. Tıpkı bir serap gibi tam yakalayacakken yeni bir hedefle karşılaşır ve onu kaybedersiniz. Ve o hiçbir zaman gerçekleşmez. Yapamadıkça gerilir ve kendinizi başarısız ve değersiz hissedersiniz. Bu zamanla depresif duygu durumun zeminini oluşturur. Yapmak istedikleriniz ya da hedefleriniz yaşam biçiminiz
Çok genel bağlamda söylemeye çalışırsak, zihinsel ve duygusal iç çatışmaları çözümleyen, bu çatışmalardan doğan gerginlik ve kaygıları, korkuları, huzursuzluk ve çöküntüleri azaltıp gideren, ruhsal uyumu geliştiren, kişinin kendisiyle barışık olmasını sağlayıp diğer kişilerle ilişkilerini olgunlaştıran bütün yol ve yöntemler Psikoterapi adını hak edebilir. (Prof.Dr. Cengiz Güleç. Psikiyatri ve Psikoterapilerin ABC’si. HYB. Ankara. 2003)
Psikoterapist, psikolojik destek ihtiyacında olan kişilere profesyonel bir çerçeve dahilinde destek veren, aldıkları psikoterapi eğitimleriyle terapi konusunda uzmanlaşmış kişilere denir. Psikoterapistler bireylerle, gruplarla, çiftlerle ya da ailelerle onların ruhsal sıkıntılarına çözüm getirmeleri için işbirliği içinde çalışan, psikoterapiyi yönlendiren, yöneten, rehberlik eden , kısaca uygulayan kişilerdir. Kişi psikolog, psikolojik danışman ve hatta isterse psikiyatr olsun, psikoterapi uygulamak için temel (lisans) eğitimlerine ilaveten psikoterapi eğitimi almak zorundadır. Hiç kimse doğal terapist değildir.
Özellikle son zamanlarda bazı kişilerin çeşitli adlar altında (tabela üzerinden de olsa) halkı yanıltmaya yönelik
“…hayır ben sizden bir terapi değil, hipnoz istiyorum. Yıllardan beri doktorlara terapistlere gittim hiçbir şey olmadı. Bana bir hipnoz yapın şu geçmişimde ne varsa artık, temizleyin gitsin…”
Bu tür isteklerle müracaat eden danışanlar olduğunda hassasiyetim iki kat artar. Vaka uygun olsa bile bir an için tereddüt eder bir kez daha düşünürüm, uygun mu? diye. Sonra bu konuda bilgilerine güvendiğim uzmanlardan konsültasyon isterim.
Danışanlar kimi zaman terapistlerini yönlendirmek isterler. Bir miktar haklı olabilirler… Kolay değildir; bir süredir yaşadıkları onların bir an önce sonuç almaları gerektiğini, yoksa içinden çıkılmayacak sonuçların doğacağını hissettirir onlara. Kaygı dolu ya da sıkıntılı yaşamlarından bir an önce sıyrılıp ferahlamak istemeleri son derece doğal bir durumdur. İşte tam bu noktada yanlış adımlar atılabilmektedir maalesef.
Bazı terapi yöntemleri ve uygulamalara (ve hatta uygulamacılara) bir kurtarıcı edasıyla yaklaşılmaktadır. Hipnoz da onlardan biridir. Hipnoz bir mucize değildir. Üsküdar Üniversitesindeki eğitimlerde kurslara katılan doktor ve psikolog arkadaşlarla, verdiğim derslerin bir bölümünde hipnozun aslında ne olup, ne olmadığını
Bugün Bilişsel Davranışçı Psikoterapilerin duayenlerinden David BURNS’ten (İyi Hissetmek. Psikonet yayınları.) alıntılarla psikoterapilerin depresyon gibi duygu durum bozukluklarında ne denli etkili olduğuna ilişkin bilgiler sunmaya çalışacağım.
Bilişsel davranışçı psikoterapiler üç temel sav üzerine kuruludur. Bunlardan biri duygularımızın bilişlerimiz ya da düşüncelerimizle şekillendiği gerçeğidir. Buradan hareketle BDT, özellikle bilişsel çarpıtmalara özel bir önem verir. Eğer bilişlerde bir çarpıtma varsa bu çarpıtmanın sonuç olarak duygular ve davranışlar üzerinde de benzer olumsuz etkileri olacağını kabul eder.
“Biliş olaylara bakışınız, algılarınız, zihinsel tutumlarınız ve inançlarınız demektir. Bilişler, (çoğu zaman sorgulanmayan ve olduğu haliyle mutlak doğru kabul edilen…) düşünce ya da algılardır. Diğer bir değişle, bilişleriniz herhangi bir zamanda olaylar hakkında ne düşündüğünüzdür.
Duygularınız kendinize verdiğiniz mesajlardan doğar. Aslında duygularınız genellikle hayatınızda olanlardan çok, nasıl düşündüğünüzle ilgilidir. Bu yeni bir fikir değildir. Yaklaşık iki bin yıl önce Yunan filozof Epiktetus, kişilerin “ olaylardan değil, onlar hakkındaki