Dr. Emin Yeğinboy

Dr. Emin Yeğinboy

yeginboy@gmail.com

Tüm Yazıları

Avustralyalı rock müzisyeni Nick Cave, çok sevdiğim bir sanatçıdır. Şarkılarını kendi besteler, hepsinde yaşanmışlıklar, acılar ve melankoli vardır.
Beste yaparken kontrpuan diye adlandırdığı, tezatlıklar üzerinden yola çıktığını söyler.
Kendi dünyasını anlattığı “Dünyada 20.000 Gün” adlı belgeselini defalarca izlemişimdir. DVD’si masaüstümün ayrılmaz bir parçasıdır. Bu belgeselde Cave’in sahnede olmanın ne olduğunu tanımlaması beni çok etkiler. “Herkes hayatının bir noktasında bir başkası olmayı, başka bir şeye dönüşmeyi arzulamıştır. Sahne benim bu dönüşümü yaşadığım yerdir. Orada olmak istediğim insana dönüşüyorum” der. Bunun vazgeçilmez bir duygu ve mutluluk olduğunu, bağımlılık yaptığını söyler. Kendi kimliğini bir dönüşümden geçirip bir rock yıldızına, mitlerle dokunmuş bir yaşama evrildiğini anlatır. “İnsan bir anlık bile olsa sahnede başka bir mertebeye ulaşabilir, o anlarda bir tür tanrıdır, sahne önündeki insanların arayışlarına, arzularına bedeniyle, sözleriyle karşılık verir”.
Bu durumun tüm sahne sanatçıları için geçerli olduğunu düşünüyorum. Seyirciyle kurulan bağda bu dönüşümü, başkalaşmayı bilinçdışı bir parlama gibi algılıyorum. İçindeki birikimin çevreden aldığı enerjiyle tamamlanması gibi bir şey.. Iain Forsyt ve Jane Pollard’ın yönettiği belgeselde tüm kontrol Nick Cave’dedir, geçmişinden kısa pasajlarla babasıyla, ailesiyle olan ilişkisinde, uyuşturucu kullandığı dönemden, ilk kız arkadaşından bahseder. Standart belgesel dilinde olduğu gibi hayatını, nerelerden başladığını, onun hakkında bilinmeyenleri anlatmıyor. Onun yaratıcılık sürecine, düşünce akışına yönelik anlatıları sahne alıyor. Onun kendini dönüştürebilme sürecine seyirciyi dışardaki yavan dünyadan koparıp sahne önündeki düşsel ortama getirmeye odaklanıyor. Nick Cave’i tanımak ve sanatçı olmanın karanlık yönünü anlamak adına bu DVD’i mutlaka izleyin.

Haberin Devamı

Angus ve Julia Stone-Snow

Avustralyalı kardeşler Angus ve Julia 2005’ten bu yana müzik yapıyorlar.
Babaları Sydney’li bir cover gurubunun solisti, onun sayesinde sahneyi, onun dinlediği müziklerden esinlenerek beste yapmayı öğreniyorlar.
2014’te daha fazla gideceğimiz bir yer yok, ayrılalım demişler. Yaşayan en önemli prodüktör Rick Rubin’in onlarla çalışmak istemesi yaşamlarını değiştiriyor.
Rubin, Red Hot Chilli Peppers’tan Metallica’ya, Kanye West’ten Jake Bugg’a her telden müzisyenle çalışan biri olarak bu ikilide bir ışık görüyor.
Ve haklı da çıkıyor. Stone kardeşlerin 2014 albümü “Angus & Julia” bir dönüm noktası oldu. Yeni albüm “Snow” da çok başarılı bir devam albümü. Hafif uçan melodiler, zengin vokaller, sade bir grup tonu hakim.
İndie popun en iyi örneklerinden birisi olmuş.
Yılın sonuna doğru gelen, sıradan insanlık hallerinden bahseden, şahane bir sonbahar albümü.
Albümün en beğendiklerim arasında Snow, Cellar Door, Sleep Alone, Nothing Else sayılabilir.
Albüm tümüyle birbirine yakın parçalardan kurulu.