LCD Soundsystem, 2000’li yılların en dikkat çekici elektronik beat/rock/post punk gruplarından biri oldu. Daha 2005’teki ilk albümlerinde yer alan ‘Losing My Edge’le, öldü bitti denilen disko müziğine yeni bir nefes getirdiler. Disko müziği kökenlerini synthe, drum/bas, rock füzyonuyla inanılmaz ritimlere uçurdular. Şarkı sözleriyle de ilham verici 68 kuşağının çağırışları doluydu, “Ben oradaydım ve bir şeyler yaşadım tüm Beach Boys şarkılarını, tüm Underground şarkıları dinledim” şeklinde akıp gidiyordu. Gerçekten LCD müziği, o yıllardan başlayarak 2000’lere atılmış bir köprü gibiydi. Elektrobeat ritimler, en hareketsiz adamın bile kafasını sallatacak güçteydi. ‘Daft Punk is Playing At My House’ bu albümden benim favori şarkım oldu. Arkasından gelen 2007 albümü ‘Sound of Silver’ aynı başarıyı yakaladı, hatta yukarı taşıdı. Müziğin arkasındaki adam, James Murphy idi. İşlere 90’larda girmiş, önce ortalama bir hard core müzik yapan Pony, sonrasında Speedy grupları özgeçmişinde dikkat çekiyor. Sonrasında kurduğu stüdyoda yapımcılık işleriyle uğraşırken müzik programcısı yine yapımcı olan Goldsworth’le çalışmaya başlar. LCD Soundsystem de böylece kurulmuş olur.
2010 üçüncü albümleri ‘This is Happening’de uçuşları sürer, ‘Dance Yrself’ ve post punk elektro parça ‘Drunk Girls’ en iyi parçaları arasına girer. Konser albümleri, dünya turnesi derken Murphy 2011’de grubu aniden dağıtır. Konser/belgesel filmleri ‘Shut Up and Play The Hits’ (2012) bir sahnesinde Murphy evinde duran, artık çalmadığı synthe ve gitarlara bakarak gözyaşlarına boğulur. Akabinde grubu neden dağıttığını açıklar: başarısız olma korkusu. Duygusal şekilde alınan bu kararın çok uzun ömürlü olamayacağı ortadaydı ve geçen yıl 11 şarkılık ‘American Dream’ albümü geldi. Birçok yerde yılın en iyi albümü seçildi. Tüm zamanların en iyi geri dönüş albümlerinden biri oldu. Müzikalite olarak 1979-82 arası bir yerlerde duran albümde, David Bowie’nin ‘Lodger’ ve Depeche Mode’dan ‘A Broken Frame’ albümlerinin esintileri kuvvetle hissediliyor. Sound, daha karanlık ve melankolik... O eskinin limitsiz coşkusu, yerini daha düşünceli bir tavra bırakmış. Yine de gruptan alıştığımız her türlü görkem var parçalarda, albümle aynı adı taşıyan ‘American Dream’, ‘Black Screen’, ‘How Do You Sleep’, ‘Call The Police’ favorilerim oldu. ‘Black Screen’ Bowie’ye ithaf edilmiş. Murphy ile Bowie, son yıllarında sık görüşmüşler. Murphy, “Bana baba arkadaş arası, bir yakınlık gösterirdi” diyor. Çok hasta olduğu için Bowie, Murphy’nin nikâhına gidememiş. Arkasından internet üzerinden yazışmışlar ve son albümü Blackstar’ın kayıtlarını hastalığından dolayı yarıda bıraktığını söylemiş. Hatta Murphy’den yapımcı olması için yardım talep etmiş. LCD Soundsystem’in elektronik ritimleriyle tanışmak için kaçırılmayacak bir fırsat son albümleri...
Görkemli geriye dönüş albümleri
Büyük müzisyenlerin uzun bir aradan sonra çıkardıkları albümlerin birçoğu hayal kırıklığı yaratır. Geçmişin kötü birer kopyası olmaktan kurtulamaz. Bilhassa yerli sahnede bunun çok kötü örneklerine rastlıyoruz. Fakat bazıları ise inanılmazdır. Yepyeni, taptaze enerjiyle geri gelir. İşte bunlardan şahsen “İşte budur” diyebileceğim geriye dönüş albümleri:
David Bowie-The Next Day
Albümden çıkan ilk single ‘Where Are We Now’ 2013’te en çok dinlediğim şarkı olmuştu. Bowie’nin 2017’deki ölümüyle daha fazla kıymetlenen bir albüm olarak tarihe geçti. Üstadın son albümü ‘Blackstar’ kafasına göre caz takıldığı bir albüm oldu.
Kate Bush-Aerial (2005)
12 yıllık bir aradan sonra Kate Bush, 2005’te kadife sesini hatırlatan çiftli muhteşem bir albüm yaptı. ‘King Of Mountain’ ve bilhassa ‘A Sky of Honey’ süper şarkılardı. Bush dinleyince Björk veya Lorde neden var, daha iyi anlıyor insan.
Blur-The Magic Whip (2015)
Grubun eski enerjisini yansıtan bir albüm oldu. Damon, Graham, Alex ve Dave, bıraktıkları yerden devam etmesini biliyorlardı. Buradan ‘My Terracotta Heart’ grubun en güzel şarkıları arasında yer buldu.
Manic Street Preahers-Resistance Is Futile
Galli gruptan bu hafta piyasaya çıkan bu albüm harika olmuş. Uzun süredir sessiz kalan MSP, kayıtlara geçecek bir dönüşe imza atarken gitarist/ solist James Dean Bradfield acayip formda. Önümüzdeki hafta bu albümden bahsetmek şart oldu.