Yarın bayram, evet evdeyiz, ziyaretlerimizi yapamayacağız ama sağlıklıysak mutluluğun birinci şartına sahibiz demektir. Belki çoğumuz bayramı daha kalabalık olarak geçirmek isterdi, dostlar, akrabalarla bir araya gelmek isterdi. Bu sefer de böylesi kısmetmiş, ne yapalım, sağlık olsun. Bayram tatilini fırsat bilip seyahate çıkmak, yaz tatili yapmak isteyenler de bu kısıtlamadan benzer şekilde etkilendi. Daha önceleri birçok kişi tatil beldelerine gidince trafik rahatlamış, tenhalaşmış görürdük ya İstanbul’u, işte şimdi de görüyoruz. Sokağa çıkma kısıtlaması varken ben doktor olduğum için çıkabiliyorum. Sokaklar, caddeler o kadar boş ki, trafik o kadar rahat ki, ama maalesef bu rahatlık hiç de memnuniyet verici değil. Sanki terk edilmiş şehir görüntüsü yaratıyor ve biraz burukluk veriyor. Biraz daha sabredelim. Geçici bir süre daha bunu yaşayacağız ve tarihe geçecek bir sürece de tanıklık etmiş olacağız.
Hedef tahtası DSÖ mü?
Bu pandemide dünyadaki pek çok ülkeden çok daha şanslı bir durumdayız. Bunda sağlık sistemimizin güçlü olması, alınan tedbirler ve idaresi büyük önem taşıyor. Geçenlerde Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 73. genel toplantısı yapıldı. Video konferans yoluyla yapılan bu toplantıya katılan Sağlık Bakanımız Dr. Fahrettin Koca, Türkiye’nin salgın sürecindeki politikalarından bahsetti.
İçinde bulunduğumuz bu zor günlerde hedef tahtası haline getirilen DSÖ, esas olarak Birleşmiş Milletler’in uzman kuruluşlarından biri ve 194 üye ülkeden oluşuyor. DSÖ Genel Direktörü de üye devletlerce 5 yıllık süre için seçiliyor ve ülkelere sağlık konusunda herhangi bir emir verme yetkisi yok. Bu devletler, üye olmak için birinci şart olarak DSÖ’nün “Uluslararası Sağlık Tüzüğü”nü kabul etmek zorunda. Bu tüzüğün 5 ve 6. maddeleri de üye ülkeleri halk sağlığını ilgilendiren olayları araştırma, değerlendirme ve bildirme sistemini kurmak ve bu sistem vasıtasıyla tespit edilen olaylara ilişkin raporu 24 saat içinde DSÖ ile paylaşmak konusunda sorumlu kılıyor. Ülkeler halk sağlığını tehdit eden sebepler ortaya çıktığında veya Kovid-19 gibi salgınlar halinde, ülkede yapılan çalışmaları ve toplanan verileri doğru ve tam olarak DSÖ’ye bildirmekle yükümlüler. Aksi halde, diğer taraf devletlerin maruz kalacağı risk ve zararları karşılamak gibi yaptırımlarla karşılaşabiliyorlar. Sonuç olarak DSÖ’nün Kovid-19 pandemisiyle ilgili açıklamış olduğu bilgiler kendisi tarafından belirlenmiş değil, tamamen üye ülkeler tarafından DSÖ’ye bildirilen bilgi ve sayılara dayanmakta. Ancak, bu pandemide her üye ülkenin Uluslararası Sağlık Tüzüğü’nün gereğini yerine getirmek konusunda aynı hassasiyeti göstermediğini hep beraber gözlemledik.
Uyumlu hareket etmenin önemi
BM Genel Sekreteri António Guterres, DSÖ’nün toplantısında Kovid-19 pandemisini yenmek için tüm ülkelerin birlikte çaba göstermesi gerektiğine değinip bir parça dayanışma görülmesine rağmen bugüne kadar koronavirüse verilen küresel yanıtta çok az birlik olduğunu belirtmişti. Bu nedenle mikroskobik bir virüsün bizi dize getirdiğini, pek çok ülkenin DSÖ’nün uyarılarına aldırmadığını söylemişti. DSÖ Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus da aynı şekilde riskin henüz ortadan kalkmadığını vurgulayarak Kovid-19 pandemisini yenmek için dünya devletlerinin dikkatli ve birlikte uyumlu bir şekilde hareket etmeleri konusunda uyarmaya devam ediyor. Ancak şunu unutmamak gerekiyor ki, DSÖ’nün görev, yetki ve sorumlulukları aslında oldukça kısıtlı. Bu kısıtlamalar tam olarak bilinmeyince de doğal olarak insanların beklentileri farklı oluyor. DSÖ Türkiye Ofisi yöneticilerinden Prof. Dr. Toker Ergüder bu konuyu çok güzel açıklamıştı.
Denetim ve yaptırım yetkisi konuşulmalı
DSÖ, Kovid-19 salgını henüz Çin Halk Cumhuriyeti dışındaki hiçbir ülkede ölüm yokken ve vaka sayıları çok sınırlıyken, Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus başkanlığında Acil Durum Komitesi’nin ikinci toplantısı 30 Ocak 2020 tarihinde gerçekleştirmişti.
Hemen sonrasında da Kovid-19 salgınının bir Uluslararası Acil Durum oluşturduğunu belirterek, üye ülkelerin dikkate alması gerekli önlemleri açıklamıştı. Yeni koronavirüsün bulaşmada ve öldürmede hiç kimseye iltimas yapmadığını bildiğimize göre, salgında bozguna uğrayan ülkeler DSÖ’yü suçlayana kadar aynaya bakıp neyi yanlış yaptıklarını ya da neyi yapamadıklarını sorgulamalılar. Bu uyarıları vaktinde ciddiye alıp hazırlıklı olan Türkiye, bu süreçte de başarısını gururla ortaya koydu.
Bu durumda asıl konuşulması ve tartışılması gereken konu belki de DSÖ’nün yetkisinin artırılması olabilir. Eğer böyle bir sorumluluk yüklenecekse verilen bilgileri kontrol yetkisi de olması gerekir. Uyarı ve tavsiyeden öte denetleme ve yaptırım yetkisi de kabul edilmelidir. Belki bu sayede sağlık politikaları kötü olan devletler sadece böyle ölümcül pandemilerde değil, normal zamanda da kendi halkına sunduğu sağlık hizmetinde doğruyu bulabilirler.
Sağlıklı ve güzel bir bayram geçirmenizi dilerim.