Kovid-19 salgınında uzun bir yol katettik. Biz sağlık çalışanları olarak bu savaşta cephede ve ön saflarda savaşırken çok üzücü sonuçlara da şahit olduk. Kimi zaman hastalarımızı çaresiz kalarak kaybettik. Birçok meslektaşımızı şehit verdik. Bu sürede yaklaşık 50 bin insanımız salgın yüzünden hayatını kaybetti. Ayrıca salgın sebebiyle korkup hastaneye gelmeyen, kontrollerini erteleyen hastalar da tedavilerini yaptırmakta geciktiler.
Hastaneye gitmediler
Bir kısmı tedavi olabilecek hastalıklara yakalandığı halde hayatlarını kaybetti. Bunların başında da her zaman olduğu gibi kalp damar hastalıkları geliyor. Bu hastaların çoğu şikâyetleri başlasa bile koronavirüs kaparım diye hastaneye gitmekten çekindi. Bazı hastalar basit bir anjyo ile teşhis konulup, anjiyoplasti yapılarak başına bir hadise gelmeden tedavi olabilecekken kalp krizi geçirerek ambulansla acile geldi, bazıları da gelemeden hayatını kaybetti.
Kafa karıştırıyorlar
Bu kâbustan kurtulmak için dört gözle çıkacak aşıları bekledik. Bu sayede tünelin ucunu görmeyi ümit ettik. Derken aşılar bulundu, kullanım onayları çıktı ve dünya aşılanmaya başladı. Aşı üretimi yeterli mi, tedarik konusunda hangi problemler var, her ülkeye aşı gidebilecek mi diye konuşurken bir de aşı karşıtları karşımıza çıktı. Herkesin fikri kendine ancak böyle kimseler insanlarda kafa karışıklığı yaratıp, aşı olacak kişileri de vazgeçirmeye çalışıyorsa işte orada bir sorun var demektir. Bu aşılar belli aşamalardan geçilerek dünya çapında ve onay kararını verecek kapasitedeki kurumlarda incelenerek piyasaya çıkarıldı.
‘Kime ne’ denilemez!
Bu konuda uzman olmayan ben dahil hiç kimseye bunun üzerine bir yorum yapmak düşmez. Çünkü olay kişiye özgü olmaktan çıkmış durumda, yani “Kime ne ben aşı olmayacağım, koronavirüse yakalanırsam da ben yakalanacağım” demekle olmuyor. Salgın devam ettikçe yayılım ne kadar fazlaysa tehlikeli varyantların çıkma olasılığı da o kadar fazla oluyor. Gelin ülkemizde kullanılan Çin’de Sinovac şirketinin geliştirdiği CoronaVac aşısı ve Alman Biontech ile Amerikan Pfizer’in ortak çıkardığı kısaca Biontech aşısı olarak bilinen aşılardan biraz bahsedelim.
Sinovac şirketinin geliştirdiği CoronaVac aşısı
CoronaVac aşısı inaktif bir aşı yani ölü virüs aşısı. Aşının içinde virüs var ama hastalık yapamaz durumda. Böylece ölü virüsü bağışıklık sistemimizdeki askerler görüp tanıyor, ona uygun silahlarını kuşanıp canlı virüs geldiğinde kullanıyor. Bu aşının en güzel tarafı, uzun zamandır kullanılan ve iyi bilinen gelenekselleşmiş yöntemlerle üretilmiş olması. Örnek vermek gerekirse her yıl uygulanan grip aşısını, köpek ısırdığında yaptırdığımız kuduz aşısını, hepatit B olmayalım diye yaptırdığımız aşıyı sayabiliriz.
Miyokardit oluşumu
Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ile Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) mRNA aşıları için hekimlere miyokardit (kalp kası iltihaplanması) ve perikardit (kalp zarı iltihaplanması) belirtilerine karşı tetikte olmaları uyarısında bulundu. CDC’den yapılan değerlendirmede, 12-39 yaş aralığındaki erkeklerde ikinci doz aşının üç hafta sonrasında bir milyonda 12.6 kişide bu rahatsızlığın görüldüğü belirtilmişti. CDC, 30 yaş altında kalp kası iltihaplanması nedeniyle hastaneye 309 kişinin yattığını, bu kişilerden 295’inin taburcu edildiğini bildirildi. Nadir görülen bu etki daha çok 20’li yaşlar ve altındaki erkeklerde gözleniyor ve hafif belirtilerle, çoğunlukla da tam iyileşmeyle atlatılıyor. Yaş yükseldikçe, özellikle 50 yaşın üzerindekilerde görülmüyor.
Biontech aşısı
Bu aşı bir mRNA yani mesajcı ribonükleik asit aşısıdır. mRNA’lar normalde hücre çekirdeğindeki genetik ana madde olan DNA’dan üretilen bir molekül. Normal hücre işleyişinde çekirdekteki DNA, mRNA’ya der ki “Al bu genetik şifreyi hücrenin içindeki ribozom adlı komşuya götür, protein sentezlesin”. İşte aşıyı oluşturmada biz de tam bu faaliyetten faydalanıyoruz. Ancak bir kandırmaca yapıyoruz. Biz bu mesajcıyı sanki çekirdekteki DNA’nın gönderdiği mRNA’mış gibi kendi ajanımız olarak hücre içine yolluyoruz. Sentezleyeceği proteinin genetik kodu olarak da bizim koronavirüse o meşhur adını veren korona yani taç görünümünü oluşturan dikenlerin, diğer adıyla spike proteinlerin genetik kodunu yüklüyoruz.
Bir ajan filmi gibi
Bu işlemi tam bir ajan filmi gibi düşünün. Bu kandırmacadan habersiz olan ribozomlar da bizim ajan olarak içeri soktuğumuz mRNA’nın verdiği şifreye göre koronavirüsün spike proteinlerini bir güzel sentezliyor. Sonuçta ortada virüs yok ama dikenleri oluşuyor. Bunları vücut hemen yabancı madde olarak tanıyor ve ona karşı antikor üretiyor. İşte bağışıklık da böyle ortaya çıkıyor.
Pasaportu dahi yok
Bu aşı hakkında önceleri aşı karşıtları genetiğimizle oynuyorlar diye bir söylenti yarattılar. Oysa bu mRNA’nın çekirdekteki DNA’nın yanına gelmeyi bırakın, o kozmik odaya geçecek pasaportu dahi yok. Dolayısıyla DNA’mızla yani genetiğimizle oynama gibi bir imkanı da yok. Ayrıca bu mRNA da tıpkı ‘Görevimiz Tehlike’deki gibi görevini tamamlayınca hücre içinde kalmıyor, ortadan kayboluyor.
Koronavirüsün kalbe yaptıkları
Girdiği hücrede hasara ve enflamasyona yol açan virüsler, damar iç yüzeyini döşeyen endotel hücrelerine de ACE-2 reseptörlerine bağlanarak girip hasar oluşturuyor. Bu değişiklikler de pıhtı oluşumunu tetikliyor ve damarların tıkanmasına sebep oluyor. Kalp krizine yol açabiliyor. Koronavirüs ayrıca miyokardit gelişimine de sebep oluyor ve bu maalesef aşının sebep olduğundan çok daha ağır seyredebiliyor.