Safra karaciğerde üretilen ve safra kanalı aracılığıyla on iki parmak bağırsağına (duedenum) boşalan ve sindirimde önemli derecede rol alan bir salgıdır. Yağ ve yağda eriyen vitaminlerin emilimini sağlar. Safra kesesinin görevi ise karaciğerin ürettiği bu safrayı depolamaktır. Açlıkta biriken bu safra mideye yiyecek bir şey gelince kesenin kasılmasıyla on iki parmak bağırsağına dökülür ve sindirim işlevine katılır. Açlık uzun sürerse bu birikim ile önce çamurlaşma olur. Buna bağlı bulantı, kusma, hazımsızlık gibi şikayetler ortaya çıkar. Açlık süresi devam eder ve uzun açlıklarla böyle bir beslenme tarzı alışkanlık hali alırsa çamurdan da öte safra taşlarının oluşumu kolaylaşır. Bu nedenle aralıklı açlık diyetlerinde dikkatli olmakta fayda vardır. Amaç zayıflamaksa bile öğünler arasındaki süre 8 saati aşmadan tam bir öğün yenmese bile safra kesesini çalıştırmak amaçlı bir ara besin tüketilmelidir.
Safra kesesine ait şikayetler
Ağrı
Safra kesesi ile ilgili şikayetlerin başında ağrı gelir. Safra kesesi karaciğerin hemen
Aşırı yorgunluk hissi Kovid-19’un belirtilerinden biri. Çok yoruluyorsak ve bu son zamanlarda süreklilik kazanmışsa koronavirüse mi yakalandık diye aklımıza şüphe düşebilir. Önce başka neler yorgunluk hissi yaratabilir gözden geçirelim
Dünyada kime sorarsanız sorun Kovid-19’dan bıkmayan, yorulmayan yoktur. Hepimiz bu mikrobun bize yaşattıklarından sıkıldık yorulduk. Maddi manevi kayıplarımız oldu. Sadece yorulmak değil, bize büyük zararı da dokundu. Bir kısım insanlar hala sanki virüs yokmuş gibi hareket ediyor. Dünya umurlarında değil. Onların yüzünden de salgın devam ediyor. İnsanlar hastalanıyor, yoğun bakıma giriyor, bazıları hayatını kaybediyor. Hal böyleyken en çok yorulan kesim de biz sağlık çalışanları oluyoruz. Birçok meslektaşlarımız hastalandı. Hayatını kaybedenlerimiz oldu. Sorumsuz insanların yaydığı virüsle mücadele etmekten yorulduk. Önlemleri anlayamayanlara sürekli tekrar etmekten yorulduk. Burada tek yorulmayan virüs ve onun işbirlikçisi olan, tedbirleri umursamayan hain insanlar. Haberleri yok ki bu hainlik ilk
Bir hekim olarak bunu söylemekten her fırsatta ve her ortamda tekrar etmekten büyük gurur duyuyorum. Bundan yıllar önce Paris’teki ve Cleveland’daki meslektaşlarıma bugün çalıştığım hastane ile ilgili olarak o zaman için yılda iki binin üzerinde açık kalp ameliyatı yapıldığını söylediğimde bana şaşırarak baktıklarını hatırlıyorum. Beni iyi tanıdıkları için yalan söylemediğimi biliyor ancak inanmakta güçlük çekiyorlardı. Çalıştığım hastane kardiyoloji konusunda lider konumda olduğu için bu rakam genel Türkiye ortalamasına göre de biraz yüksekti.
Zira İstanbul dışından da tedavi olmak için gelen ya da tüm yöntemler denenmiş veya müdahaleye cesaret edilememiş vakalar da Türkiye’nin her yerinden gelmekteydi. Daha sonra kongrelerde toplantılarda onlarla tanıştırdığım Türk kardiyologları ve çalışmalarını gördükçe ne demek istediğimi daha iyi anladılar. Bugün tedavideki yaklaşımlar değişti, teknik imkanlar ilerledi koroner by pass ameliyatlarının yerini daha çok anjiyografik
İşte koronayla beraber geçireceğimiz bir bayram daha yaşıyoruz
Kırmızı etin insan vücudu için birçok faydalarının olmasının yanı sıra dikkatli tüketilmediği zaman birçok zararları da vardır. Öncelikle çok faydalı bir protein kaynağıdır. Bu özelliğiyle kas yapısını kuvvetlendirir ve bağışıklık sistemimizin güçlü olmasını sağlar. Aynı zamanda içerdiği çinko, selenyum gibi minerallerin de bağışıklık sistemimize katkısı olur. Kan yapıcı olan demir mineralini ve B 12 vitaminini içerir. Kırmızı etteki B12 vitamininin B6 vitamini ile birlikte hafızaya ve sinir sistemine de faydası vardır.
Hayvanın nasıl bir ortamda kesildiği hijyen şartlarına dikkat edilmesi önemli. Çünkü gerekli şartlara uyulmadığı takdirde bazı virüs, bakteri ya da parazitlerin insanlara bulaşması ve hastalık yapması mümkündür. Bu nedenle hayvanın gerekli sağlık kontrollerinin yapılıp bulaşıcı hastalıkları taşımadığından emin olmak gerekir. Etin saklanma koşullarına, soğuk zincirin korunmasına dikkat etmelidir. Evde mutfakta çiğ etin saklandığı kap, kesildiği yer hemen sonra
Covid-19 başımıza geleli beri artık virüslerle yaşamayı öğrenmeliyiz, bu virüsler hep hayatımızda olacak diyoruz. Bu hastalığın aşısı ya da doğru dürüst bir ilacı bulunana kadar normal hayatımızdan uzak yeni normalimizle yaşamaya alışsak iyi olacak. Ancak hayatımızdaki tek virüs yeni koronavirüs değil biz zaten yıllardır farklı birçok çeşitteki virüslerle beraber yaşıyoruz. Yarın 28 Temmuz Dünya Hepatit Günü. Bu tanımlama halk arasında sarılık olarak bilinen hepatit hastalığına dikkat çekmek için yapılmış. Yenisi, eskisi, SARS’ı MERS’i dâhil tüm koronavirüs sülalesi gibi A’sı, B’si, C’si dâhil bu da hepatit virüsü sülalesi. Koronavirüsün akciğeri tutup başımıza dert olması gibi bunlar da karaciğeri tutuyor ve bazen de büyük dertler açabiliyor. Burada da mikrobun bulaşmasını önlemek hastalığa yakalanmayı da önleyeceği için insanların bu konuda bilinçlenmesi büyük önem taşır. Kişi hastalığı geçiriyorsa teninde ve göz aklarında sararma olur. Bu
Susuz yaşamak mümkün değil ama suyla bulaşan hastalıklar da hayatımızı zehir edebilir, hatta ölüme kadar bile götürebilir
Su canlılığın şartı olmazsa olmazıdır. Susuz bir yaşam düşünülemez ancak suyun kendisi de kimi zaman tehlikeli bir hal alabilir. Suyla bulaşan hastalıklar basit bir karın ağrısı ve ishalden ölüme kadar giden sonuçlara sebep olabilir. Hızlı nüfus artışı, endüstri ve kentleşmedeki düzensiz gelişme, yerüstü ve yeraltı sularında bilinçsiz kullanıma bağlı hızlı tüketim gelecek nesilleri hatta günümüzde bizi su kıtlığına düşürecek dereceye ulaşmakta.
Endüstriyel ve evsel atıklar insan kaynaklı kirlenme, çevre kirliliği elimizdeki kısıtlı su kaynaklarının da işe yaramaz hatta zararlı hale gelmesine sebep olabilir.
Sağlık problemleri
Tüm bu problemler bir çevre sorunu gibi görünse de arkasında büyük halk sağlığı problemlerini de getirir. Yetersiz su nedeniyle olan temizlik eksikliği ya da kirletilmiş sular birer hastalık kaynağıdır. Sadece elimizi yüzümüzü, bedenimizi, giysilerimizi ve
Şöyle bir bakın etrafınıza, kaç kişi salgınla mücadele kurallarına doğru dürüst uyuyor? Keşke sorumsuzluğun başkalarının hayatlarını da tehlikeye attığını bir anlayabilseler... Keşke başkasının yaşam hakkını tehlikeye sokmanın hukuki ve vicdani boyutunu kavrayabilseler...
Sağlık Bakanımız Dr. Fahrettin Koca çok güzel bir soru sordu. Soru çok basit; insanları öldüren, ekonomimizi altüst eden, birçok kişiyi işsiz bırakan bu salgına karşı kaç kişiyiz? Kaç kişi bu salgının bitmesini ve normal hayata dönmemizi istiyor, kaç kişi istemiyor? Kaç kişi bu salgından kurtulmak için çaba harcıyor, üzerine düşeni yapıyor, kaç kişi hiç umursamıyor?
Bu kadar basit!
Üzerine düşeni yapmaktan bahsedince sanmayın ki bu fazladan bir görev ya da külfet. Aslında kişinin kendini hastalıktan korumak için yapması gereken minimum gereklilik. Ev dışında maske takmak, insanlarla arasındaki mesafeyi korumak, yüzüne, ağzına götürmeden önce elini yıkamak. İşte bu kadar basit. Eğer maske takmak sıcak mevsimde zor geliyorsa, o
Salgın döneminde özellikle yakın takip gerektiren kalp damar, hipertansiyon ve diabet gibi hastalıklara sahip olanlar hastanelere gitmekten kaçınarak kendilerini daha ileri sağlık problemleriyle karşı karşıya bıraktılar. Bu hastalıklar hayatı tehdit ettiğinden kontrolleri aksatmaya hiç gelmez. Bu kronik hastalıklar iyi tedavi edilmezse zamanla organlarda iyileşmesi zor hasarlar bırakabilir
Pandemi sürecinde çoğumuz evlere kapandık. Virüsten korunmak için kalabalık alanlardan uzak durmak elbette çok doğru bir fikir. Keyfi buluşmalarımızı, gezip tozmalarımızı, seyahatlerimizi bir süreliğine mecburen erteledik. Normalleşme sürecine girmekle birlikte bu yaz tatili döneminde korka korka da olsa tatile gidenlerimiz oldu. Çoğumuz da pandeminin seneye biteceğini varsayarak “olsun bir dahaki sefere acısını çıkarırım” diye düşünüp yine evde kalmayı tercih etti.
Sağlık ertelemeye gelmez!
Pandemiden korunalım derken yapmayı istediğimiz birçok şeyi erteledik. Bunlardan bir kısmını da elimizde olmayarak ertelemek zorunda kaldık. Sınırlar kapalıydı yurt dışına çıkamadık,