ÇAĞ değişti, yaşamımızdaki çoğu şey başkalaşıyor, Öyle ki, omuzlarımızdaki iki melek de artık eskisi gibi değil gibi geliyor bana!..
“Biri kötülük, biri iyilik düşünür” derler meleklerin. Bence şimdi farklı!
Artık biri, “Haydi acele et, yoksa hiçbir şeyi yetiştiremeyeceksin” diyor. Hep bir telaş hali. Diğeri, “Yavaş ve sakin ol, neyi ne kadar çok yapabildiğin değil, ne kadar anlam ve değer yaratabildiğin” diye söylenip duruyor.
* * *
Dün bayramın ilk günü, annemdeyiz...
Geleneksel aile, hatta sülale kahvaltısıyla başladık güne.
Annem, namı diğer tüm ailenin “anneannesi” yine marifetiyle donattı kahvaltı sofrasını.
Babam aramızdan ayrılalı 10 yıl oldu.
Annem her zamanki gibi, üzerinden aşçı ve temizlik mintanlarını çıkarıp, şık bir kıyafet giyerek, eline babamın mendilini aldı, kahvaltı sofrasına öyle oturdu.
Babamın yıllarboyu oturduğu koltuğa kuruldu, sıraya girdik, elini öptük. Elinde babamın mendili, mendilden çıkarttığı paraları büyük, küçük hepimize dağıttı.
Sohbet, neşe kahvaltımızı yaptık.
Daha dün gibi hatırladığım küçük çantalar, şimdi bizim küçüklerin ellerinde içleri para, şeker dolmaya başladı.
Diğer melek söylendi durdu tabii...
”Gazetecisin, zaten çok yoğunsun. Bu bayram rahat ortama denk geldi, yurtdışına gidebilirdin ya da arkadaşlarının yanında denizde olabilirdin. Yaşamın boyunca her türlü gelenekselliğe başkaldır, sonra gel bu ritüeli her yıl iki kez yaşa. Yaşlandın sen” dedi arada bir...
Ama biz; diğer melek ve ben mutluyduk.
Bu arada yine rahat bırakmadığı oldu ötekinin. Sık sık maillerime baktım. Birkaç kapı bayram kutlaması da yapayım derken, “Abarttın ama” diye seslendiği oldu.
İşte çağın karamsar meleği böyle.
Eskisi gibi kötü düşünmüyorlar, yüzü karanlıklara dönük Hadesçi değiller belki ama hep bir şeylere yetişmeni, hep daha çok şeye sahip olmanı bekliyor hayatın bir yanı...
Oysa, “Hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır önemli olan” diyor Sokrat.
Diğer melek Sokratçı...
* * *
Tabii iki melek de sensin aslında ve ikisi de doğruyu söylüyor.
Birinin elinde çağ meşalesi, diğeri maddenin ötesine tutuyor ışığı.
Ama sadece birinin ışığında, bir siluet daha net beliriyor benim için.
Biraz daha dostluk ve sevgi ile harmanlanmış bir ortamda, bakıyorum babam, evet o.
Her şeyin bu kadar maddeselleştiği, hep bir şeylerin peşinden koştuğumuz ama çoğunu yetiştiremediğimiz hayatta, bayramlarda bana sıkı sıkı sarılan dünyanın en güzel gülen babası benimle şimdi. Babamın öpücüğü konuyor yanağıma...
İşte bu nedenle seviyorum, annemin kahvaltılarını ve bayramları.
Her şeyi yalnızca bugünün telaşından ibaret sandığınız anlarda, geçmişi geleceğe taşıyabildiğinizi hissettiriyor bayramlar.
Yaşamı ağırlaştıran, olgunlaştıran, dostlukları öne çıkaran zamanlar bir derin iz taşıyor ki, ‘o her gün telaşla peşinden koştuklarımızdan’ daha çok mutluluk taşıyor.
Size, yaşamın dakikalarını çağın telaşından kurtarabilen herkese, iyi bayramlar...
KEMERALTI’NDA ÜZEN SAKİNLİK...
Eskiden İzmir’de bayram demek, aynı zamanda; birkaç gün öncesinden Kemeraltı’na uğramak da demekti. Birkaç giysi alır, evin bazı alışverişlerini de buradan yapardık. .
Aslında alışveriş bahanesiydi. Meşhur döner ya da pidesinden yenilir, turşusu mutlaka içilir, Özsüt, Aksüt, Sefer Usta birinden muhakkak bir tatlı yenir, ardından Hisarönü’nde kahve molasıyla saatler geçerdi. Çoluk çocuk bizim için keyif, Kemeraltı esnafı için haftalar öncesinden telaş demekti, “bayram”.
Bir tesadüf arife günü, Kemeraltı’ndayım. Saat 16.00...
İğne atsan yere düşmemesi lazım.
Hayır, gayet rahat yürüyorsun. Kemeraltı neredeyse boş. Arada bir yerlere atılmış kıyafetler var, onların önünde de insanlar. Dükkanlara giren müşteri sayısı kısıtlı.
“Alternatifler çoğaldı, o yüzden insanlar Kemeraltı’na gitmiyor” demek de doğru. Ama yetmez.
Yıllar Kemeraltı’na, ekonomi cüzdanlara birşeyler ekleyemeyince kentin merkezi bayram coşkusunu bile yaşayamaz hale geldi.
Umarız gelecek bayramlarda ekonomi daha iyi, Kemeraltı daha coşkulu olur.