Geçtiğimiz hafta yayımlanan bir araştırma, yaşlanmaya dair şimdiye dek bilinenlere meydan okuyan bulgulara ulaştı. Araştırmanın detaylarını nöroloji uzmanı sevgili Prof. Dr. Derya Uludüz ve genetik uzmanı Prof. Dr. Nesrin Erçelen’le konuştum.
Zamana meydan okumak her daim genç ve sağlıklı olmayı kim istemez? Yaşlanmayı mümkün olduğu kadar yavaşlatmak ve vücudun bir bütün olarak orantılı ve sağlıklı yaşlanmasını sağlamanın etkenlerinden bir tanesinin beslenme olduğunu biliyoruz. Bir beslenme uzmanı olarak bu konuda bir kez daha Akdeniz diyetinin altını çizeceğim. Lancet dergisinde yayımlanan bir çalışma, Akdeniz diyetinin hücre yaşlanmasını azaltmaya yardımcı olabileceğini bildiriyor. İngiliz Tıp dergisinde yer alan kapsamlı bir çalışma ise, Akdeniz Diyeti’ni uygulamanın hücre yaşlanmasını azaltmaya yardımcı olabileceğini belirtiyor. Çalışmada Akdeniz Diyeti’ni düzenli uygulayanların daha uzun telomerlere sahip olduğu bulgusuna rastlanmış. Telomerleri yaşla ilgili fikir edinebileceğimiz, kromozomların ucunda bulunan DNA tekrar dizinleri olarak tanımlayabilirim. Telomerlerin uzunluğunun muhafaza edilmesi sağlıklı yaşam anlamına geldiği kadar uzun yaşam da anlamına geliyor. 2023 yılında bitki bazlı beslenmeyi benimseyen yeşil Akdeniz diyetini sağlıklı yaş alma konusunda da sıklıkla duyacağız. DNA’dan bahsetmişken konu ile ilgili son yıllarda sıklıkla duyduğumuz bir diğer terim ‘epigenetik’, yani gen ifadesi değişiklikleri. Peki ya yaşlanmanın altında yatan genetik mekanizmada neler oluyor hiç düşündünüz mü? Bu konu hakkında doğru bilgiyi almak için nöroloji uzmanı sevgili Prof. Dr. Derya Uludüz ile bilgi dolu bir sohbet gerçekleştirdik.
*DNA’mızdaki kimyasal değişiklikler (epigenetik) ile ilgili son yıllarda pek çok akademik çalışma yapılıyor. Hatta geçtiğimiz hafta Time dergisinde konu ile ilgili bir haber yayınlandı. Epigenetik bilgi kaybının yaşlanmayı hızlandırabileceği belirtiliyor. Sen bu konuda neler düşünüyorsun?
Teknoloji çağı ile modern hayat kolaylıkları ile birlikte bize sağlık sıkıntılarını da getirdi. Yaşam uzadı ama uzayan yaşamın sağlıklı yılları olmadı, kronik hastalıklar arttı. Çok çalışıyoruz, az uyuyoruz, yürümüyoruz, tüm gün masa başı çalışıyoruz, kilo alıyoruz. Ancak artık biliyoruz ki genetik alt yapımız ne olursa olsun sağlıksız bir yaşam sürmek zorunda değiliz, epigenetik dediğimiz genetik özelliklerimizi değiştirerek çok daha sağlıklı ve genç kalabilmemiz mümkün. Time’da bahsedilen çalışma, yaşlanmanın yavaşlatılmasında elimize geçen önemli bir fırsat. Yaşlanmaya neden olan oksidasyon ve inflamasyonu hızlandıran genetik yatkınlığa dur demek ve yaşam tarzımızı değiştirerek yaşlanma karşıtı etki sağlamak ve genç kalmak mümkün.
Kendimizi 100 yaşında hayal edelim. O yaşta sağlığımızın bozulacağını düşünüyor, bunu da yaşlanmanın doğal süreci olarak görüyor ve bundan endişe ediyoruz. Hele ki ailemizde hastalığı olan yakınımız varsa risk taşıyor muyum endişesi ile her yıl checkup programları satın alıyoruz. Oysa kişinin genetiğini, yaşam şeklini bilmeden sayfalarca ayrıntılı tetkik yaptırmanın manası yok. Tetkikleri bir kenara bırakıp, öncelikle sizin yaşam şeklinizin, genetik özelliklerinizin sorgulanması ve risklerinizin hesaplanması gerekli.
*Biyolojik yaşlanmanın diğer suçluları neler? Biraz da onlardan bahsedebilir misin?
Hastalıkların ortaya çıkması için genetik özelliklere ek olarak çevresel koşulların devreye girmesi gerekiyor. Biyolojik yaşlanma sürecinde özellikle dikkat etmemiz gereken 9 alt parametre var. Uyku, egzersiz, beslenme, sindirim, toksin atılımı, stres yönetimi-sosyal ilişkiler, enerji kontrolü, hormonlar ve bağışıklık sistemi. Biyolojik yaşlanmada en büyük etken kötü beslenme. “Ne yerseniz o’sunuz sözü” geçerli. Serbest radikalleri artırabilen, mitokondri hasarına neden olan ve erken oksidasyon yani paslanma ve inflamasyon ile biyolojik yaşlanma sürecini hızlandıran besinlerden tamamen kaçınmalısınız. Bunlar; alkol, GDO’lu yani doğal genetiğiyle oynanan gıdalar, pestisit, herbisit gibi tarım ilaçları ile kontamine olmuş meyve, sebze ve tahıllar, kızartma ürünleri, trans yağlar veya kısmen hidrojene yağlar, işlenmiş etler (nitrat bakımından zengin sosis, sucuk, salam), sülfitle ıslatılmış kuru meyveler (kayısı, kuru üzüm, mango vb.), gıda boyası ve katkı maddeleri, yapay tatlandırıcılar (aspartam, sakarin, sukraloz). İkinci önemli nokta da uyku düzeniniz. Günde 7-9 saat aralığında uyumalısınız. Ve bu uykuyu gece 23.00 gibi başlatmalısınız. Kalitesiz uyku, doku ve organları tamir eden büyüme hormonu (melatonin) salgılanmasını bozar, vücudun glimfatik sistem dediğimiz temizlenme sisteminin çalışmasını engeller, bağışıklığı bozar ve dolaylı olarak erken yaşlanmayı tetikler.
*Sence sağlıklı ve uzun yaşamın sırrı epigenetikte mi yatıyor?
1953’de DNA gizemi çözüldüğünden beri sağlıkta altın çağ yaşanıyor. DNA genetik koddur. Genetik kodumuz bizi biz yapan özellikleri belirliyor. 1990 yılından bu yana insanlığın genetik haritası çıkarılmaya başlandı. 2003’de sona eren genom projesi sayesinde 1800’den fazla hastalık geni keşfedildi ve hastalıklara yakalanma riskini değerlendirmek için 2000’den fazla genetik test geliştirildi. Tüm bu çalışmalar çok önemli bir gerçeğin altını çizdi. Her birimiz özel ve tekiz. Genetik haritada ve risk analiz ölçümlerinde aile ağacı çıkarılarak hangi hastalığa karşı epigenetik anlamda ne tür önlemler alınması gerektiği kişiye özel belirlemek ve hastalıkların gelişmesini önlemek mümkün. Yani geleceği öngörmek mümkün; hastalıklara karşı bugünden önlem almak bize geleceği değiştirme gücü veriyor. Genetik çeyizinizle doğuyorsunuz ama onunla yaşamak zorunda değilsiniz. Genetik yatkınlıklarınızın, aile ağacınızın belirlenmesi ardından epigenetik dediğimiz gen haritamızı kontrol altında tutan davranışlarla hastalıklardan korunmak mümkün artık. Bu da sağlıklı bir uzun ömür sağlayacak gibi görünüyor.
Epigenetik müdahalenin etkileri
Yaşlanma hakkında bahsi geçen çalışmada gördüğümüz şey, genetik mühendisliğiyle yaşlanmaya çözüm bulmak. Aslında konunun en can alıcı noktası, bizim yıllardır sorduğumuz şu sorudan başlıyor: Yaşlanma bir DNA hatası mıdır? Bu çalışma, yaşlanmanın aslında eskiden bildimiz gibi çevresel faktörlerin DNA üzerinde yarattığı mutasyonların birikimiyle oluşmadığına, halihazırda DNA’nın üstünde bir yaşlanma programıyla yönetildiğinden işaret ediyor. İşte eğer bu program bilinip de bu programa müdahale edilebilirse, ki bahsedilen şey genetik mühendisliğidir, bununla yaşlanma mekanizmasını geri çevirebiliriz yani yaşlanmakta olan hücreyi ve organizmayı gençleştirebiliriz. Çalışma bunu kanıtlamak üzere fareler üzerinde mevcut yaşlanma programına etki edecek moleküller vererek müdahalede bulunma şeklinde yapılıyor. Araştırmacılar böylece hücreleri ya da organizmayı gençleştirebiliyor ya da tersine yaşlandırabiliyor olduklarını görmüş. Burada devreye rejeneratif tıbbın girdiğini de görüyoruz; çünkü bilim insanları yaşlanmayı geri döndüren DNA’ya etki eden bu maddeleri (Yamanaka faktörleri) Nobel kazandıran kök hücre çalışmalarından bulmuşlar. Bu çalışmalarda kullanılan bazı maddeleri alıp taşıyıcılara yükleyip fare genomuna vermişler. Bunlardan birkaçının da bu mekanizmayı tersine döndürdüğünü görmüşler. İşte burada öğrendiğimiz şu: Biz DNA’ya müdahale etmeden ama DNA’nın ifadelenmesini kontrol eden epigenetik mekanizmaya müdahale ederek yaşlanma mekanizmasını tersine çevirebilir, ileri ya da geri alabiliriz. Bahsi geçen çalışma da bunu gösteren ilk çalışmalardan biri. Elbette bunun, etkisi insanlara ulaşacak bir seviyeye gelmesi için önümüzde uzun bir klinik yol var.