Tam bir yıl önce öyle bir sabaha uyandık ki, hepimiz tarifsiz duyguların içinde bulduk kendimizi. İzleri hâlâ toprakta, acısı içimizde, en derinlerde... Hep birlikte yüreklerimizi umutla doldurarak, iyileşmeye devam edeceğiz. Binlerce insanın yüreğinin yandığı deprem bölgelerinde insanlar her şeye rağmen yaşamaya devam ediyor. Dolayısıyla bu durum barınma ve gıda güvenliği sorunlarını bir kez daha gündeme getiriyor. Depremin akut dönem yıkıcı etkisi artık kronikleşen sorunlarla devam ederken; aslında bu sorunların kesiştiği bir nokta var: ‘Açlık’.
Geleceği beslemek istiyorsak...
İşimi çok seviyorum ama itiraf edeyim çok zorlandığım, durup düşünmekten kendimi alıkoyamadığım bir yanı var. Çocukların aç olduğu bir dünyada, insanlara sağlıklı beslenmeyi anlatmak, beni vicdanımla aklım arasında sıkıştırıp duruyor. TÜİK verilerine göre ülkemizde yaklaşık 10 milyon çocuğun yoksullukla mücadele ettiğini biliyor musunuz? OECD’nin son verilerine göre ise çocuk yoksulluğu konusunda üye ülkelerin ortalaması yüzde 12.8 iken Türkiye’de bu oran yüzde 20’nin üzerinde. Bu da yeterli ve dengeli beslenemedikleri anlamına geliyor. Avrupa’daki birçok ülkenin toplam nüfusundan daha büyük bir kitlenin yetersiz beslendiğinden bahsetmek mümkün. Peki deprem bölgesinde durum ne?
Çocuklar düzenli gıdaya erişemiyor
Türk Tabipleri Birliği, ‘Deprem Bölgesindeki Beş Yaş Altı Çocukların Beslenme Durumlarının Değerlendirilmesi Raporu’nu yayımladı. Sonuçlar pek iç açıcı değil, hatta içimizi bir kez daha paramparça ediyor. Rapora göre depremzede çocuklarımız iyi beslenemediği için gelişim sorunları ortaya çıkmaya başladı. Beş yaş altı çocukların yüzde 6.2’sinde bodurluk, yüzde 8.9’unda zayıflık tespit edilmiş. Samandağ, Antakya ve Defne’de yapılan çalışmaya göre ailelerin yüzde 10.3’ünün hâlâ kendine ait mutfağı yok. Sadece üçte birinin düzenli gıda erişimi var. En önemlisi herkesin temiz, kesintisiz suya ulaşması hâlâ mümkün değil. Ailelerin neredeyse yarısının suya erişimi yok ya da yetersiz. Dağıtım eksikliği, yetersizliği ve su kesintisi ana nedenlerden. Çocukların yaşamının ilk altı ayında sadece anne sütü ile beslenmesi gerekirken, depremzede çocukların yarısı anne sütü almıyor, alamıyor. Her çocuk karnı tok ve sıcak bir yatağa girmeli, güvenle uyumalı.
Özel beslenme gerektiren durumlar
Bölgede hâlâ her şey çok zor; en temel ihtiyaçlara bile düzenli ulaşmak mümkün değil. Ama ilk günden beri canla başla çalışan o kadar çok insan var ki, umudumuzu korumamızı sağlıyorlar. Deprem bölgesinde çölyak hastaları için durum ciddi boyutta. Çölyakla Yaşam Derneği’nin faaliyetlerini çok kıymetli buluyorum. Fenilketonüri hastaları; düşük proteinli ve tıbbi formüla gıda desteği de bir diğer önemli konu. Bu bireylere gıda ulaştırılmasında PKU Aile Derneği çok büyük çaba sarf ediyor. Herkes bir çocuğun hayatına dokunsa ne çok şey değişir aslında...
Ayrıca ampute çocuklarımıza depremden bu yana destek/tedavi sunan Çocuk İyilik Merkezi... Geçtiğimiz hafta çok kıymetli röportaj gerçekleştirdiğim Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil’in de vurguladığı gibi etkin işlerin yapılacağı süre zarfı, sadece ilk günler aylar değil, çünkü esas büyük problemler ve en çetin sınavlar orta ve uzun vadede ortaya çıkıyor.
Çocukların beslenmesini sosyal medyada, basında daha çok paylaşmak, bu konuda içerik üretenleri desteklemek ve az-çok demeden yardımlaşmaya devam etmek gerek... Umarım bu yazı ile farkındalığa faydam olur, çünkü bu konuyu anlatmaya devam edeceğim.