Doğayı incitmeden, bozmadan, gezegendeki sayısız canlıyla uyum içinde yaşamak mümkün diyorsak buna uygun hareket etmemiz gerekiyor. Peki, biz bu bilinçle mi hareket ediyoruz?
Ülkemizin dört bir yanında ortaya çıkan yangınların üzüntüsü devam ediyor. Canımız yanıyor. Hayvanlarımız, ağaçlarımız, geleceğimiz yanıyor. Yüreğinde insan, hayvan doğa sevgisi olan herkesin yandığı bir gerçek. Doğanın yardım çağrısına kulak vermek için geç kalmış olmaktan endişe duyuyorum; son 5 yıldır bağırıyoruz “iklim krizi kapıda” diye; ama daha fazla ne yapabilirdik diye kendimi sorgulamaktan da alıkoyamıyorum. Doğal kaynaklarımız azalıyor, kirleniyor ve zarar görüyor. Ormanlar oksijen, yani yaşam kaynağımız... Peki, aldığımız nefesi, soluduğumuz havayı doğaya borçluyken bu bilinçle mi hareket ediyoruz?
Su krizi kapıda
Yüksek sıcaklıklar su krizini de tetikliyor. Sıcaklıkla doğru orantılı olarak su ve elektrik tüketimi de artıyor. Aşırı sıcak, klima kullanımından kaynaklı rekor elektrik seviyeleri pek çok şehirde elektrik kesintisi gibi sorunlara yol açıyor. Bir diğer tarafta ise su krizi bizi bekliyor. Nature Communication dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, Türkiye su kıtlığı yaşayan kentsel nüfusun en yüksek olduğu 10 ülke arasında. İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) verileri ise durumun ciddiyetini gösteriyor. Bu hafta İstanbul’da su tüketiminin rekor seviyelere ulaştığı, kente içme suyu sağlayan 10 baraj ve göletten günde 3 milyon 400 bin metreküp su tüketildiği belirtiliyor. Barajların doluluk oranının yüzde 66.14’e gerilediği de veriler arasında. Bu durumda elektrik, su kesintileri kaçınılmaz oluyor. Sorunun ciddiyetinin farkına varıp hemen önlem almamız gerekiyor yoksa yarın çok geç olacak!
Arıcılık risk altında
Arılar olmadan insanlığın ancak 4 yıl yaşayabileceğini biliyor musunuz? Marmaris’ten gelen üzücü haberi duymuşsunuzdur. Kızılçamların yanması yüzünden arıcılık büyük risk altında. Arılar olmazsa tozlaşma olmaz, bitki olmaz, doğa olmaz, hayvan olmaz, insanoğlu olmaz. Hepimiz aynı kovandayız, doğayı incitmeden, bozmadan, gezegendeki sayısız canlıyla uyum içinde yaşamak mümkün diyorsak buna uygun hareket etmemiz gerekiyor. Arıcılık, dünyada ve ülkemizde tozlaşmaya büyük katkı sağlayan bir sektör. Gıda üretiminin yüzde 60’ı, tozlaşmanın da yüzde 80’i arılar sayesinde gerçekleşiyor. Arıların yok olması halinde, popülasyonda ve besin kaynaklarında ciddi azalmalar gözleniyor. Arılar, hayatın devamlılığı için şart. Sadece bal değil; propolis, polen, arı sütü gibi doğal arı ürünleriyle de sağlığımıza büyük fayda sağlıyor.
Arı popülasyonunda, kuraklık ve pestisitler yüzünden zaten azalma yaşanmıştı; şimdi maalesef yangınlar nedeniyle çok zordalar. Türkiye Arı Yetiştiricileri Merkez Birliği (TAB) Genel Başkanı Ziya Şahin, Türkiye genelinde 8 milyon 200 bin arı var olduğunu, bu arıların 3-3.5 milyonunun her yıl Muğla’ya çam balı yapmak için geldiğini söylüyor. Ülkemizde arı varlığının yüzde 45’i Muğla’da çam balı üretiyordu.
Marmaris, dünyada çam balının merkezi konumunda yer alıyor ve ülkemizdeki çam balı üretiminin yüzde 80’ini karşılıyordu. Önümüzdeki dönemde arıcılık çok zor durumda!
Artan gıda fiyatları, açlık
Hem dünya nüfusu hem de sıcaklıklar arttığı için sorunlar peş peşe geliyor. Sıcaklık ve kuraklık, yetersiz beslenme ile beslenme kalitesinin düşmesine de neden oluyor. Doğa üzerinde hem iyileştirici hem de zarar verici etkimizden söz ederken bir taraftan da açlık sınırından da bahsetmek istiyorum. Maalesef bu konuda da iyi haberlerle gelemeyeceğim. Türk-İş’in her ay yaptığı Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması sonuçlarına göre, temmuz ayında 4 kişilik bir ailenin dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda tutarını ifade eden “açlık sınırı” 2 bin 903 lira olarak belirtiliyor. Yılın 7 ayı itibarıyla fiyatlardaki artış yüzde 12, gıda enflasyonunda son 12 ay itibarıyla artış oranı ise yüzde 20.65 olarak belirtiliyor.
Bir beslenme uzmanı olarak bu konu beni yakından ilgilendiriyor; yetersiz beslenme, yetersiz protein alımı çocuk gelişimi açısından da büyük önem taşıyor. Çünkü yetersiz beslenme hastalıklar açısından büyük risk faktörü. Yeterli ve dengeli beslenebilmek öyle geniş bir alana etki ediyor ki, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında da kritik bir öneme sahip. Aynı şekilde toplumsal cinsiyet eşitliğinin iyileştirilmesi de beslenmenin iyileşmesini sağlıyor. Ülkemizde karşı karşıya kaldığımız zorluklar, değişen koşullar gıda sistemlerinin iyileştirilmesi için durumun aciliyetini aslında her zamankinden fazla ortaya koyuyor.