Önce CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in bir televizyon röportajında duydum. 31 Mart’ta partisinin iyi bir başarı göstermesi halinde erken seçimin kapısının aralanabileceğini söyledi. “Erken seçimin kapısı şu kadar aralansa onu ittirmek benim görevimdir” cümlesini hatırlıyorum. Hemen ertesi gün, CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır’ın seçim çalışmasında, “Anadolu’nun tüm ilçeleri bizim için Çankaya kadar kıymetli, o yüzden buradayız. Söz, bir dahaki sefere erken seçim için Anadolu’yu gezeceğiz” dediğini okudum.
Her iki açıklamayı da gerçeklikten uzak bulduğumu söylemeliyim. Göreve geleli dört ay olmuş, tartışmalı bir adaylaştırma sürecinden çıkmış, parti içine ve Meclis grubuna ne kadar hakim olduğunu henüz tam olarak ispatlayamamış bir yönetimin açıklaması olduğu için. Pek çok gözlemci rahatlıkla “bu partide daha yerine oturması gereken çok taş var” derken, alelacele ve siyaseten edilmiş sözler. Nitekim konuştuğum bir yetkili, erken seçime dair sözlerin planlı olmadığını söyledi. Öyle olmalı ki devamı da, en azından şimdilik, gelmedi. Çünkü CHP’nin bir erken seçimi zorlamak yerine öncelikle evin içini derleyip toplaması gerek. Bir başka yazıda detaylıca ele almak üzere, seçim sonrasında genel olarak muhalefet partilerini öyle çok da kolay zamanların beklemediğini söylemiş olayım. Hepsinin zamana ihtiyacı olacak, çünkü çok kıyamet alameti var diyerek burada bırakayım.
İktidar kanadında da başka bir vesileyle, benzer bir durum söz konusuydu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 31 Mart seçimlerinin kendisi için bir final olduğunu söylemesinin ardından AK Parti kanadından yapılan bazı açıklamalar da, “öngörülemeyecek etkilere neden olabilir” nitelikteydi. Bana göre, Cumhurbaşkanı’nın ne demek istediğini en iyi özetleyen açıklamayı yapan isim AK Parti Genel Sekreteri Fatih Şahin’di. Katıldığı bir televizyon programında Erdoğan’ın sözlerini kendisinin şöyle yorumladığını belirtti; “Gecemi gündüzüme katmam gerektiğini düşündüm...Sorumluluklarımı ve borcumu hatırlattı. Bu borcu ödemek için zaman bu zaman dedim.”
Kanımca Erdoğan’ın amacı da tam olarak buydu, seçmenine duygusal bir çağrı yapmak. Erdoğan’ın sözleri, AK Parti tabanını aşındırmaya yönelik hamlelere karşı duygusal bir bariyer olarak da değerlendirilebilir. Cumhurbaşkanı’nın görev süresine ya da bunun yöntemine ilişkin erken bir tartışmanın fitilini ateşlemek, şu anda gereksiz enerji sarfiyatının yanı sıra ekonomi açısından da olumsuz maliyet üretmekten başka bir işe yaramaz.
Ortada üç yıllık bir ekonomik program var. En muhalif olarak tanımlanabilecek ekonomistlerin bile kredi açtığı bir program. Yerel seçimlerin, genel seçimden 10 ay sonra gerçekleşiyor olması bile bu programın tam anlamıyla işletilmesine, beklenen etkiyi oluşturmasına engel oluyor. Çünkü kabul edelim ki seçim süreçleri beklentilerin yönetilmesini kolaylaştırmıyor. Bir çok şey “hele bir seçim atlatılsın da” denilerek erteleniyor. Üstelik hükümetin ortaya koyduğu vaatleri gerçekleştirebilmek için zamana ihtiyacı var. Tıpkı muhalefetin olduğu gibi.
Sürekli seçim atmosferinde tutulmak yerine, öngörülebilir, tutarlı, nitelikli tartışmaların yapılabileceği bir döneme ihtiyaç var. Seçimler iyidir ama sürekli seçim atmosferinde olmak kötü. Türkiye 2015’ten bu yana aralıksız seçim havası içinde. Seçim yorgunluğu göz ardı edilemez boyutta.
Gazetecilerin kaostan beslendiği söylenir ama inanın gazetecilerin bile gerçek siyaseti izleyebilecekleri bir döneme ihtiyacı var.