Kış aylarının getirdiği olumsuzlukla ya da hayatın başka tetikleyicileri yüzünden hayatla baş etmek zorlaşabilir. Böyle dönemlerde, çoğunlukla masumane başlayan diyetler, psikolojik ve hatta fizyolojik olarak tehlikeli boyutlara ulaşabilir.
Hayatla baş etmeye çalışırken, ya da belki de sadece zorlanırken, diyet yapmanın verdiği ‘aldatıcı’ kontrol hissi, hayatı da kontrol edebiliyormuş, hayatla baş edebiliyormuş izlenimi verebilir.
Sıklıkla karşılaştığımız üzere, diyet yaparken ne yediğini, ne kadar yediğini ve ne zaman yediğini kontrol ediyor olmak kısa vadeli ve geçici olarak kişiye iyi gelir.
Bu geçici iyillik hali, özellikle şunlar hissediliyorsa söz konusudur:
· Kontrolden çıkmışlık
· Çaresizlik
· Akıntıya kapılıp gitme
· Hayatına bir türlü yön verememe
En mantıklı ve rasyonel halimizle düşündüğümüzde problemlerimizi çözmek için bir an evvel harekete geçmenin en doğru şey olduğunu saptayabiliriz. Çoğu zaman, başkalarının problemlerinden bahsederken de bir an evvel harekete geçilmesi gerektiğini savunuruz.
Oysa kendimiz için ve bir duygusal problem söz konusu olduğunda, bunu nadiren yapabiliriz. Çünkü adı üstünde mesele duygusaldır. Zihnimizin problem çözme ile ilgili kısımlarından ziyade duygusal prosesleme kısımları aktiftir. Rasyonel ve eylem odaklı olmaktan çok, duyguları hissetmeye odaklıyızdır.
Böyle durumlarda hem kendimiz hem de başkaları tarafından sıklıkla yargılanırız. ‘Sence de artık zamanı gelmedi mi?’ ya da ‘Artık kendine bunu yapma’ veya ‘Her seferinde aynı şey oluyor hadi artık bir şey yap!’ şeklinde cümlelerle karşılaşmak çok beklendiktir.
Herkesin beklentisi, problemin ne olduğunu tanımlamış, bunun olası çözüm yollarını belirlemiş ve bu çözüm yollarını hayata geçirmeye başlamış, aklı başında, rasyonel bir birey görmektir. Çoğunlukla kişinin kendisinden beklentisi de bu yöndedir.
Oysa insan, doğası gereği irrasyoneldir. İnsanlık tarihine isimlerini yazdırmış nice dahi, filozof, düşünür, aydın da
Yemek yapmak ne ara bu kadar popüler oldu? Benmari usulleri, marine etler, şunlar bunlar havada uçuşuyor. Herkes mutfağında harikalar yaratıyor, midesinde bayramlar ediyor. Ne ara bu kadar şef ve bu kadar gurme olduk cümbür cemaat?
Refika Birgül, Batuhan Pattiotti, Mehmet Özer, Arda Türkmen, Şemsa Denizsel, Jamie Oliver, Gordon Ramsay, Nigella Lawson, Martha Stewart, Anthony Bourdain... bu isimlerin en azından bir kısmı tanıdık... Hepsi, önde gelen, adını duyurmuş, saygın ve seçkin şefler. Ve hepsi, evimizin salonuna girip çıkıyor, bize yemekler yapıyor, yemek yapmayı öğretiyor, fikirler veriyor, ağzımızın sularını akıtıyor. Ümit Ustaların, Emine Bederlerin yerini onlar aldı. Seçkin, sofistike ve hatta belki ulaşılamaz olmaları bir şey değiştirmiyor. Tanışık olduk artık, yakınlaştık; hem şahısları hem de temsil ettikleri gurme – şef – sofistike yemek endüstrisi hiç birimize o kadar yabancı değil artık. Her biri ailemizin şefi olabilir yani, öyle yakınlar, öyle tanıdıklar; sen ben bizim oğlan.
Şimdi kırklı yaşlarını yaşayan jenerasyon, özellikle evden ayrıldıktan sonra eve yemek söylemenin tadına vardılar. Bir telefon aç, iskenderler, lahmacunlar, pizzalar evine gelsin.
Hayır diyebilmek, kendi sınırlarımızı, haklarımızı ve tercihlerimizi koruyabilmek adına oldukça önemli bir beceridir. Bu becerinin eksikliği ya da yetersizliği de, kendimizi zor durumlarda bulmak, fazlaca enerji ve zaman harcamak, yorulup tükenmek ve hatta suistimal edilmek gibi pek çok olumsuz sonuca yol açabilir.
Hayır diyebilmenin önünde çoğunlukla şöyle engeller karşımıza çıkar:
1. ‘Buna hakkım yok’ ‘Böyle yapılmaz’ ‘Olmaz’ ‘Yanlış olur’ ‘Ayıp olur’ gibi toplumsal ve ailesel öğrenmeler
2. ‘Hayır dersem kırılır’ ‘İstemediğimi söylersem üzülür’ gibi başkalarını incitme korkusu ve suçluluk duygusu
3. ‘Hayır dersem beceremeyeceğimi düşünür’ ‘Beni aptal bulur’ gibi eleştirilme korkusu
Hayır diyemediğimiz zaman karşılaşabileceğimiz olası olumsuz sonuçlar şöyledir:
· Kendine güvende azalma
· İnisiyatif alamama, karar verememe, kendini savunamama, hep memnun etmeye çalışma, başkalarına bağımlı hale gelme