Deniz Kilislioğlu

Deniz Kilislioğlu

deniz.kilislioglu@ntv.com.tr

Tüm Yazıları

Birleşik Krallık’ta Boris Johnson’ı başbakanlık koltuğundan eden iki önemli olaydan birincisi, Kovid salgını döneminde İngiliz vatandaşları evlerine tıkılırken Başbakanlık’ta parti yapmış olması ve bunun fotoğraflarının ortaya çıkmasıydı. 

İkincisi ise Muhafazakâr Parti’nin Parlamento’daki Grup Yöneticisi Chris Pincher hakkında çıkan taciz iddialarıydı. Daha doğrusu bu iddialar karşısında Başbakan’ın hareketsiz kalmasıydı. 

Johnson, İngilizlerin son yıllarda gördüğü en sıradışı başbakandı. Aslında göreve geldiği ilk günden beri karakteri, açıklamaları ve yaptıklarıyla tartışmaların her zaman odağındaydı. Onu “İngiltere’nin Donald Trump’ı” olarak görenler az değildi. Tabii, böyle bir karakteri siyasi rakiplerinden dinlemek merak uyandırıcı. 

Haberin Devamı

Son dönemde okuduğum, eski Avrupa Bakanı Alan Duncan’ın “En heyecanlı yeri: 

Bir Bakanın özel günlükleri” isimli kitabı da, bu açıdan sürükleyiciydi. Duncan, Brexit konusunda Boris Johnson ile sert polemiklere girmiş ve onun Muhafazakâr Parti liderliği için yapılan oylamaya saatler kala istifasını vermiş bir isimdi. Duncan, kitabını “Boris hakkındaki şüphelerim, nihayetinde onun temelde yüksek makamlara uygun biri olmadığı inancına dönüştü. Bu cilt, bu fikre nasıl ulaştığımın hikayesi” sözleriyle anlatıyor. 2022 yılında Boris Johnson’ın başbakanlığı dönemine dair eklenen özel bölümle yeniden piyasaya çıkan kitapta şu satırlar var: 

“Normalde bir başbakan, bu kadar sevilmez bir hale geldiyse, bunun sebebi hükümetin zor kararlar almış olmasıdır. 

Ancak 2022’de konu tamamen Başbakan’ın kişiliğiydi. Boris Johnson’ın kaderi, belki de onun her zaman istediği gibi, tamamen Boris Johnson ile ilgiliydi.” 

Alan Duncan’a göre “parti skandalındaki yönetim biçimi Boris Johnson’ın karakter kusurlarının mükemmel bir örneğiydi.” Duncan bunları şöyle sıralıyor: Organizasyon eksikliği, uygun davranış kurallarına karşı oluşu ve yakalandığında gerçeği yüzsüzce umursamaması… 

‘Aptal biri değil’ 

Alan Duncan bu kitabı Johnson’u daha da hırpalamak için mi yazdı? Bunu kesinlikle kabul etmiyor. Hatta, “Gerçek şu ki, Boris ile ilişkim her zaman mükemmel derecede arkadaş canlısıydı. Dışişleri Bakanlığı’nda birlikteyken de genellikle iyi geçinirdik” diyor. Eski bakan, bu kitabı bir kan davası gütmek için değil, kamuoyunun Boris Johnson’un yönetim tarzını daha iyi anlaması için yazdığını anlatıyor. Duncan şu satırları da not düşüyor: 

Haberin Devamı

“Ciddiyet eksikliğinden ve kendini doğru şekilde ifade edememesinden dolayı umutsuzluğa kapıldım ama o aptal biri değil ve bir konuya odaklandığında gerçekten etkileyici olabiliyor. Liderlik için yaptığı hırslı manevralara kızdım, ancak siyasete ender görülen bir enerji ve kıvılcım getirdiği inkâr edilemez. Benim için sorun, o kıvılcımın hem çok sık hem de plansız medya patlamalarını ateşlemesiydi.” 

Duncan kendisini en çok hüsrana uğratan şeyi, “Johnson’ın liberal içgüdüleri güçlü. İnsanları etrafına toplama yeteneği var. Bunlar iyi bir politikacıda olması gereken nitelikler ama bunlara sahip olmasına rağmen Johnson, enerjisini ülkenin geleceğine dair ikna edici ve iyimser bir vizyona dönüştüremiyor” diye anlatıyor. Duncan, Johnson’ın bunu yapabilmesi halinde müthiş bir başbakan olacağına inandığını da gizlemiyor. Bu bölümü de “Umudumu hâlâ koruyorum” notunu düşerek bitiriyor. Ama Johnson’ın istifası en azından bu aşamada bu umutları suya düşürmüş durumda. 

Haberin Devamı

Bakanın kaleminden Boris

Alan Duncan kimdir?

65 yaşında
Kariyerine Shell şirketinde başladı,
Enerji ve Ortadoğu alanında uzman,
1992’de milletvekili seçildi,
Cameron ve May hükümetlerinde bakanlık yaptı,
2010-2014: Uluslararası Kalkınma Bakanı,
2016-2019: Avrupa ve Amerika’dan sorumlu Devlet Bakanı,
Temmuz 2019’da istifa etti...

Prosedür ne?

Bu hafta İstanbul Valiliği’nin, Cumhurbaşkanlığı kararnamesine istinaden İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne gönderdiği “telefon görüşmesi dahil yabancı ülke temsilcilerinin taleplerinin resen karşılanmaması, bu taleplerin Dışişleri Bakanlığı Protokol Genel Müdürlüğü üzerinden yapılması gerektiğine” dair yazı tartışma yarattı. CHP, bu kararı CHP’li belediye başkanlarının büyükelçilerle görüşmesini engellemeye dönük bir adım olarak yorumladı. Peki protokol kuralları ve diplomatik teamüller ne diyor? 

Uzun yıllar Dışişleri Bakanlığı’nda görev yapmış, protokol konusunda uzman isimlerin verdiği bilgilere göre hem yabancı misyon şefinin hem de yerel yöneticilerinin bu tip görüşmeler için izlemesi gereken yol şu: Her türlü talebin Dışişleri Bakanlığı’na iletilmesi bekleniyor. Dışişleri, bu talebi değerlendirdikten sonra İçişleri Bakanlığı’na “görüşmenin yapılabileceğine veya yapılamayacağına” dair görüş yazısını iletiyor ve nihai kararı da İçişleri Bakanlığı veriyor. Görüşme yapıldıktan sonra da yerel makamın görüşmeye dair notları Dışişleri Bakanlığı ile paylaşması bekleniyor. Bunun sebebi protokol düzenindeki mütekabiliyet prensibi. Görüşmelerde yaşanabilecek sorunların, geçmişteki örneklerin, benzer bir görüşme yapıldığında ilgili devlete benzer şekilde yansıtılabilmesi “karşılıklılık ilkesinin yani mütekabiliyetin” bir gereği. Devletlerarası ilişkilerde bu dengeyi kurabilmek için Dışişleri Bakanlığı’nın süreçlerin dışında tutulmaması gerekiyor. Bu yüzdendir ki, devlet protokolü, uzun yıllardır Dışişleri Bakanlığı Protokol Genel Müdürlüğü üzerinden yürütülüyor. 

Anlaşılan o ki Ekrem İmamoğlu görüşme taleplerine dair Bakanlığı bilgilendirmiş değil. Genel uygulamalara bakıldığında, iktidar ya da muhalefet partilerinin belediye başkanlarından bazıları bu kurallara uyuyor, bazıları uymuyor. Görüşme notlarını düzenli paylaşanlar da var, paylaşmayanlar da. 

Bakanın kaleminden Boris

Elçi krizi sonrası hassasiyet 

Dediğimiz gibi CHP bu kararı eleştirdi ve doğrudan Ekrem İmamoğlu’na karşı bir adım olarak yorumladı. Bu adımın siyasi boyutu tartışılırken, bir noktaya dikkat çekelim: Birkaç ay önce de yerel makamların yanı sıra üniversite rektörleri ve dekanların yabancı misyon şefleriyle görüşmelerinde benzer yolun izlenmesine dair bir yazı gönderildi. Bu yazının gerekçesinin de, aslında geçen yılın Ekim ayındaki krizin yarattığı hassasiyet olduğu söyleniyor. O tarihte Türkiye’deki yabancı büyükelçiler Osman Kavala davasına dair ortak açıklama yaparak serbest bırakılmasını talep etmişlerdi.