Deniz Bayramoğlu

Deniz Bayramoğlu

deniz.bayramoglu@kanald.com.tr

Tüm Yazıları

“Fakirleri değil zenginleri doyuramadığımız için yaşanıyor bütün sorunlar…”

Bu sözü yıllar evvel bir yazımda kullanmıştım. Elbette bana ait değil ama sanırım bu sözü Türk basınında ilk kullanan ben olmuştum. Bunun gibi bir takım sözleri ve kalıpları Türk basınında ilk kullanan kişi olmak gibi ne işe yaradığını bilmediğim bir özelliğim var. Gerçeğin önünde sonunda ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır sözü de onlardan biri. Mesela yıllar içinde sıkça kullanılagelen Hitler’in propaganda bakanı Göbels’in propaganda taktiklerini de yine bir yazımda kullanmak için Türkçeye ilk çeviren kişi de benim.

Haberin Devamı

Bu tür sözlerin elbette insana hoş gelen bir tarafı, bir çekiciliği var ama sadece o kadar. Bir çok meseleyi açıklamaktan uzak kalan beylik laflar bunlar. Hatta açıklamayı bir tarafa bırakın meselenin gerçekte ne olduğunu anlamamızı zorlaştıran ve hatta gerçeğin üzerini örten bir tarafı da bu tür sözlerin. Fakat yine de bu tür sözleri kullanmaya devam edeceğimizi de biliyorum.

Bu türden “özlü” sözleri kullanmamızın nedeni de bazı meseleleri anlatmaya çalışırken belirli bir rahatlık sağlaması ve muhatabımız olan kişilerin ilgisini daha kolay çekmesi. İnsan doğası gereği tafsilatlı açıklamalar yerine kısa, net, vurucu, kafiyeli, içinde tekrarlar ve kelime oyunları bulunan açıklamalar daha çok dikkatimizi çekiyor. Bizi düşünmek, bağlantı kurmak, analiz yapmak, sınamak, sağlamasını yapmak zahmetinden kurtarıyor çünkü.

Tok gözlü ve etik

Neyse yine baştaki cümleye dönersek elbette bu cümlenin de içinde barındırdığı doğru bir taraf var. Bir çok sosyal deneyle de ispatlanmış bir durum bu. Deney derken bir takım kerameti kendinden menkul sosyal ağ tiplemelerinin yaptığı sosyal deneylerden değil gerçek bilim insanlarının -sosyolog, psikolog, davranış bilimi uzmanları istatistikçiler ve diğerlerinin- gerçekleştirdiği sosyal deneylerden bahsediyorum. Yine tabi çok ayrıntıya girmeden ve nispeten basitleştirerek söyleyeceğim; bu deneyler yüksek gelir seviyesindekilere kıyasla dar gelirli ya da ücretlilerin, kentlerde yaşayanlara kıyasla kırsalda, köyde ya da varoşlarda yaşayanların, manevi değerlerden uzak olanlara kıyasla bu değerlere daha yakın olan insanların, daha kanaatkar, daha tok gözlü ve daha etik olduğunu ortaya koymuş.

Haberin Devamı

Rahmetli Doğan Cüceloğlu insanın nasıl bir varlık olduğunu anlatırken insanın, biyolojik, psikolojik, sosyal ve hepsinden önemlisi aşkın (manevi-transandantal) bir varlık olduğunu vurgular. Yukarıda yazdıklarımın da bence ana noktası bu: güçlü bir manevi yana sahip olmak. Burada maneviyatı sadece din ya da tanrı inancı olarak düşünmeyin lütfen. İnsanın kendisinden daha yüce, âli bir şeye inanmasından ve bunun için çalışmasından bahsediyorum maneviyat dediğimde. İnan hakları, eşitlik, özgürlük gibi değerler de bu maneviyatın bir başka veçhesini oluşturuyor. Yani laik bir maneviyat da söz konusu olabilir.

Yaz tatilimde mesela bunun çok net örneklerinden birini gördüm. Dikili’de kısa bir konaklama esnasında tanıştığım bir kişi çok önemli bir hayat dersi verdi bana. Dikili’nin en güzel koylarından birinde kurulu küçük bir tesisin sahibi Ersoy Dinç . Hayatı demokrasi mücadelesi ile geçmiş. Bunun için bedel ödemiş, tutuklanmış başına gelmedik kalmamış. Ama yine de yılmamış doğru bildiğini hayata geçirmek için siyasete girmiş. ’68 kuşağı denilen kuşağın tüm iyi özelliklerini bünyesinde barındıran biri. Ama beni hayrete düşüren şey Dikili’nin o en güzel koyunda yer alan tesisi inatla küçük bir tesis olarak tutma kararlılığı. Tesisin bulunduğu alan arkeolojik sit alanı. Üzerindeki yapılar da o statüye uygun mobil ya da prefabrik yapılar. Ersoy bey seneler önce bir tanıdıklarının bu statüyü düzenleyen kurumlardan birine yönetici olarak atanmasının ardından “Ersoy abi, dilersen buranın statüsünü değiştirelim. Sit statüsünü kaldıralım. Sen de buraya daha düzgün bir yer yap” teklifiyle kendisine geldiğini anlattı. “Siz ne yanıt verdiniz ona” diye sorduğumda yanıtı çok netti: “Asla olmaz dedim. Ben öldükten sonra buraya otel yaparlar, mahvederler. Buna asla gönlüm razı olmaz. Neyse ki çocuklarım da benimle aynı fikirde. En azından bir nesil daha burayı koruyacağız. Ama sonrasını bilmem” dedi.

Haberin Devamı

Sonunda ona rastladım

Bir de dün sabah karşılaştığım simitçi var. Bir kaç gündür sabah yürüyüşlerim esnasında bir simitçiye denk gelirim diye bakınmama rağmen şansım yaver gitmemişti. Cumartesi sabahı tam Şaşkınbakkal’da sahildeki Beltur tesisinin önünde rastladım ona. Hal hatır sorup “Simit kaç para” dedim. “10 lira” dedi. “Poşetin var mı” dedim, “var” dedi ve ekledi “ama iş yok pek”. “Olur inşallah. Allah işini gücünü rast getirsin” deyip 5 tane simit istedim sabah kahvaltısında eve götürmek için. Sabahın köründe, üç kuruş para kazanmak için, sırtında simitleri koyduğu karton kutu ile sahilde dolaşan o simitçi, bir seferde 5 simit aldığım için bana ısrarla bir tane simidi de hediye etmek istedi. Gönlünden kopmuş. “Yok” dedim “kalsın”. “Zaten bir simitten ne kadar kazanıyorsun ki bir de bana hediye edeceksin. Ama sabahları buradaysan bundan sonra hep senden alacağım simidi” dedim. Selamlaştık, ben yoluma devam ettim o da simitleri satma çabasına.