"Japonlar karşıdan karşıya geçtikten sonra kendilerine yol veren sürücülere eğilerek selam verip teşekkür edermiş…”
“Japonlar kırılan eşyalarını tamir ederken kopan veya kırılan parçanın yerini altınla doldururlarmış! İnanışa göre, bir eşya ya da insan hasara uğramışsa, acı çekmişse o bundan sonra bir hatıraya sahiptir, ders almıştır ve artık olduğundan çok daha değerlidir..”
“Japonlar için ayrı uyumak mutlu evliliğin anahtarıdır…”
Garip bir Japon hayranlığı var ülkemizde. Garip, çünkü bu hayranlık sonucu ilgimizi yönelttiğimiz bu ülke ve onun insanları, tarihi, kültürü, geleneği hakkında bildiklerimizin çoğu yanlış. Sosyal medya, normal medya, kişisel gelişim “piyasası” hep bu yanlış bilgilerle dolu. Bu kadarla kalsa yine iyi. Japon zannettiklerimizin yine büyük bir kısmı da ya Koreli ya da Çinli…
Mesela yukardaki sözde Japonya bilgilerinin doğruları sırasıyla şöyle:
“Hayır. Sadece ufak bir kasabadaki bir gelenekmiş. Diğer Japonlara da gördüklerinde ilginç
Bu hafta yine harika bir haber gördüm. Maalesef siyaset, korona ve çevre felaketi haberleri arasında hiç dikkat çekmedi. Gerçi bu saydıklarım olmasa da pek dikkat çekeceğini sanmam ama neyse...
Gazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Necati Demir imzalı 10 ciltlik bir çalışma yayımlandı. İsmi Anadolu Türk Halk Masalları. Prof. Demir haberi sosyal Medya’dan duyurdu. “Yaklaşık 30 yıldır köy köy, ilçe ilçe alan araştırmaları ile derleyip çözümlediğim arşiv, galiba dünyadaki en kapsamlı çalışma” diye tarif ediyor bu çalışmayı. Toplam 5 bin sayfa ve içinde 1638 masal var.
Bir toplum onu bir arada tutan ve kimliğini oluşturan şeylerin tamamını yitirse ve elinde bir tek masallar kalsa, o toplum kim olduğunu ona hatırlatacak yeterli kaynağa sahiptir bana kalırsa. Masallar toplumsal kimliğimizin hikayeleridir.
O yüzden çocuklarınıza masal okuyun. Siz de masal okuyun.
Kunos var mesela Macar Türkolog... Ne yapın edin onun Türk Masalları kitabının bir kopyasını bulun. Pertev Naili Boratav’ın Az Gittik Uz Gittik
Bilgisayar ve video oyunlarına bayılırım. Uzun uzun anlatmayayım ama bu ilgime birçok insan burun kıvırarak baktı. “Boş-beleş işler” kategorisinde değerlendirildi. Bu yazı onlara yanıtımdır.
Hikâye şöyle:
Çok oyunculu online bir sanal gerçeklik oyunu var. Bu oyunu çıkaran G. Koreli şirket uluslararası bir turnuva düzenleme kararı alır. Hikâyenin esas oğlanı bu oyunu adeta bir dahi seviyesinde oynadığı için Kore hükümeti oyunda ülkeyi temsil etmesi için onu ikna etmeye çalışır. Bayağı yüklü miktarda para ve imkan teklif ederler. Bizim eleman teklifin büyüklüğüne ve hükümetin işin içinde olmasına şaşırınca teklifi sunan aracı şöyle der: “Hükümet oyun pazarındaki payını artırmak için atılım yapmak istiyor. Bu turnuvayı kazanamazsak prestijimiz ve pazar payımız kötü etkilenir.”
Ben bu hikâyeyi dün akşam bir G. Kore çizgi romanında okudum. Bu hikâye uydurma değil gerçek. Japonya, ABD, Kore, Çin, İngiltere, Almanya, Fransa, Kanada ve daha birçok ülkede
Hikâyenin farklı farklı versiyonları var. Ben hatırladığımı anlatayım kısaca:
Vakti zamanında, Arap yarımadasında “devr-i cahiliye”den sonra çok zengin bir tüccar ve çok yavuz bir haydut yaşarmış. Haydudun en büyük hedefi (biraz da namı yürüsün diye) bu çok zengin tüccarı soymakmış. Tüccar ise kurt bir tüccarmış. Onu yazıda yabanda tek başına yakalayıp soymak neredeyse imkansızmış. Haydut defalarca denemiş ama olmamış, becerememiş. Sonunda aklına bir plan gelmiş. Tüccarın kullandığı kervan yolu üzerinde çölde susuz kalmış bir biçare taklidi yapmaya karar vermiş. Böylelikle garip-gurebaya yardımı borç bilen bu tüccarı tuzağa düşürecekmiş. Beklediği gibi de olmuş. Çölde yardım istediğini duyan tüccar hemen onun yanına yaklaşmış ve haydut da maksadına ermiş, zengin tüccarın kervanında nesi var nesi yoksa el koymuş. Tam uzaklaşırken tüccar arkasından bağırmış:
“Senden bir ricam var. Lütfen beni nasıl soyduğunu kimseye anlatma” demiş.
“Niye” diye sormuş hırsız, “gururuna mı dokundu”.
&l
Heykel meselesi hep sorunlu bir mesele olmuş bizde. Ama böyle olması gayet anlaşılır. Coğrafyadan inanca uzanan farklı nedenleri var. Fakat en önemlisi -İslam’ın hele de insan- heykelleri konusundaki sert yasağı. Benzer bir yasak aslında resim için de söz konusu ama o bir şekilde esnemiş, yeniden yorumlanmış. Ama put ile heykel arasındaki sıkı bağ nedeniyle -her put bir heykeldir- bu alanda hiçbir esneme olmamış.
Cumhuriyetle birlikte heykel sanatı biraz alan bulmuş ve bayağı bir atılım yapmış. Hadi Bara, Zühtü Müridoğlu, İlhan Koman, Sadi Çalık, Ali Teoman Germaner, Kuzgun Acar, Mehmet Aksoy gibi çok başarılı heykeltıraşlar yetiştirmiş Cumhuriyet.
Osmanlı’da mesela Oskan Yervant Efendi varmış. Kendisinin Avrupa’da heykel öğrenimi gören ilk Osmanlı yurttaşı olduğu düşünülüyor. Ayrıca Sanayii Nefise’nin heykel bölümünün ilk öğretmenidir. Yine önemli bir isim olan İhsan Özsoy da Sanayii Nefise’nin dolayısıyla Oskan Yervant’ın ilk öğrencilerinden biri.
Peki bugün ne durumda heykel sanatı
En sağ şeritte kırmızı ışıkta bekliyorum. Sayaç birkaç saniye sonra yeşil ışığın yanacağını haber veriyor. Motoru çalıştırıyorum, yeşil ışık yanıyor. Hafifçe hareket etmeye başlıyorum ki sağımdaki bir-bir buçuk metrelik boşluktan bir değil, iki değil tam üç motokurye hızla ve aniden önüme kırarak geçiyor. Kalkışlarda acele edip gaza basmıyorum neyse ki. Sonuçta bir kaza yaşanmadan yoluma devam ediyorum. Ve her gün benzeri bir sürü örnek yaşıyorum. Motokuryeler her yerde. Sokakta, caddede, ters yönde, sağ şeritte, sol şeritte, yaya geçidinde, yaya üst geçidinde, yaya alt geçidinde, kaldırımda, parkta… Hem kendileri büyük bir tehlike yaşıyorlar, hem de yayaları büyük bir risk altında bırakıyorlar.
Motokuryeler ise kendilerini şöyle savunuyorlar: Çalışma şartları ağır, şirketler gerçekleştirilmesi neredeyse imkansız performans kriterleri
koyuyor. Süre taahhüdü, yani ürünün belli bir zaman içinde teslim edilme zorunluluğu problemi katmerlendiriyor. Dinlenme yok, yemek molası
Nisan ayının ilk günleri geldiğinde Japon halkının büyük bir kısmı radyolara ve televizyonlara kulak kesilip meteorolojiden gelecek çok önemli bir haberi beklemeye başlar… Japonya’da meteorolojinin hava durumu tahmininin yanı sıra çok önemli ve büyük hassasiyet gerektiren bir
görevi daha vardır: Sakura’ların (Japon Kirazı) açacağı zamanı tahmin etmek!
Görev önemlidir çünkü Japon kültüründe çok özel ve önemli bir yere sahip olan Sakura’ların ne zaman açacağı muhtemelen 8. yüzyıldan bu yana büyük bir merakla takip edilmiş ve 9. yüzyıldan bu yana da büyük bir titizlikle kayıt altına alınmış. Hani belki bilmek istersiniz diye yazıyorum; uzun yüzyıllar boyu Nisan ortalarında açan Sakura’ların, 20. yüzyıldan itibaren açma zamanları Nisan başlarına kaymış. Sebep gayet tanıdık; Küresel ısınma.
Sonra bir sürü kentte Sakura’ların açmasıyla festivaller başlar ve bu festivallere Japonlar kadar dünyanın dört bir yanından gelen yüz binlerce