Başta tam ortasında bulunduğumuz Avrasya coğrafyası olmak üzere, tüm dünyada şu an yaşanan büyük dönüşüm hiç şüphesiz ki daha öncekiler gibi politik ve ekonomik alanlarda teknolojik devrimlerin sürüklediği müthiş bir altüst oluşu gündeme getiriyor. Ancak bu büyük dönüşümün, özellikle bir önceki sanayi devriminin sürüklediği ve 20. yüzyılda başlayan fosil yakıt enerjisine, Sovyetler’in demir-çelik ve elektrik üretimine/verimliliğine, ABD’nin dolarına ve militarizmine, Avrupa’nın faşizmine dayalı “büyük dönüşümden” niteliksel olarak farklı, temel bir ayrımı var. Ve bu ayrım, insanlığın bundan sonraki hikâyesini belirleyecek sistemik bir değişimin üzerinden oluyor.
O da şu: İlk sanayi devrimiyle iktisadi ve siyasi egemenliğini ilan etmiş Avrupa ve Anglosakson Batı’sı, bu yeni sanayi devriminin sürüklediği yeni büyük dönüşümle bu egemenliğini kaybediyor. Ve Asya’dan başlayan yeni bir dalga yeni Doğu-Batı dengesini kuruyor. Kara Avrupa'sında Almanya’nın diğer tarafta İngiltere ve ABD’nin, şimdiki bütün planları ve bu planlara dayalı operasyonları hem kendi gelecekteki güçlerini korumak hem de genel olarak, ilk sanayi devrimi kaynaklı Batı egemenliğinin bu yeni büyük dönüşümden en az kayıpla çıkmasını sağlamak üzerine bina ediliyor.
Petrol ve dolar
Fosil yakıt ekonomisine dayalı petro-dolar egemenliğinin merkezi olan Körfez’de şimdi olan biten ve Suudi Arabistan’da başlayan süreç tam da budur.
Ortadoğu’da önce DEAŞ’ı ortaya çıkaranlar şimdi de PKK-YPG gibi terör yapılarını alet çantalarına kullanışlı aparatlar olarak ekledi. Bütün bu bölgedeki değişimi Arap Baharı denilen süreçle denetleyemeyeceklerini anlayanlar, Mısır’dan başlamak üzere yeniden darbe-iç savaş kaosuna geri döndüler.
Bugün Körfez’de olanlar, Mısır’da Sisi darbesiyle başlayan sürecin devamıdır. Türkiye’de 17/25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimi, Avrupa’da İslamofobi ile birleştirilen Türkiye karşıtı ırkçılık da bütün bu stratejinin ayrılmaz parçasıydı tabii.
2010 yılında Türkiye’nin önderliğinde yapılan Türkiye-İran-Brezilya anlaşması İran’ın nükleer programına uluslararası denetim getiriyordu. Bu anlaşma İran’ın dışa açılacağının ve bölgedeki dengelerin hızla değişeceğinin ilk işaretiydi. Ortadoğu ve Körfez bölgesinde petro-dolar sisteminin sürmesi için sürekli bir düşmana ihtiyaç vardır. İran’ın sisteme entegre olması bu oyunu bozacaktı. Nitekim bu anlaşmayı imzalayan liderlerden bugün yalnız Erdoğan ayakta. Brezilya’da Lula ve onun iktidarını devam ettiren Dilma Rousseff, akıl almaz komplolarla iktidardan düşürüldü. Haklarında “yolsuzluk” suçlamasıyla davalar açıldı.
Eskinin tetikçileri
Türkiye’de de 17/25 Aralık operasyonu, 15 Temmuz darbesini yapmaya kalkan FETÖ’nün doğrudan işiydi ve ana senaryo İran ambargosunu delmek üzerine oturtulmuştu. Şimdi bu operasyonda kullanılan sahte FETÖ belgeleri üzerinden Türkiye ekonomisine ve Türk banka sistemine yönelik, ABD kaynaklı yeni bir operasyon yapılıyor. Yani başka bir deyişle, 17/25 Aralık ve 15 Temmuz süreçleri devam ettiriliyor. Her hafta sözde iddianameden sızdırılmış spekülatif metinlere dayalı yeni bir “haberle” karşılaşıyoruz. Somut hiçbir belgeye dayanmayan, tamamen yoruma dayalı bu haberlerle piyasalarda tedirginlik ve öngörülemezlik oluşturmaya çalışılıyor. Siyasi olarak Mısır’da yaptıklarını Türkiye’de Erdoğan’a yapamayanlar, hiç şüpheniz olmasın, ekonomide de amaçlarına ulaşamayacaklar.
Derinliği olmayan döviz piyasasında suni oynaklık oluşturmaya çalışılmasının beyhude bir çaba olduğunu görüyoruz. Burada iki önemli husus unutulmasın; birincisi, Türkiye 2001 krizindeki Türkiye değil, dalgalı kur rejimi uyguluyoruz ve Merkez Bankası, düne göre, elindeki araçları bugün çok daha etkin kullanma ve yeni araçlar geliştirme gücüne, bağımsızlığına sahip. İkincisi, zaten Türkiye gibi dışa tam açık bir ekonomide nihai olarak döviz kuru, dış ticaret dinamiklerine, sermaye giriş ve çıkışlarına bağlı olarak şekillenir. Dış ticaretin orta vadedeki seyrini ise iç ve dış fiyat dengesi tayin eder. Bu dengenin en önemli yapıcısı ise TL’nin rezerv paralar karşısındaki fiyatıdır. Dalgalı kur rejiminde bu fiyat, dış ticaretin ve sermaye girişlerinin/çıkışlarının doğrudan fonksiyonu olarak, gün sonunda, ortaya çıkar. Dolayısıyla, geçici kur yükselmeleri ve inişlerinde Merkez Bankası, kur hedeflemek amacıyla müdahalede bulunmaz. Ancak spekülasyonu ve gereksiz döviz talebini önleyecek araçları kullanır. Bugün Türkiye’de spekülatif kur ataklarına bakarak kimse endişeye kapılmasın. Makul bir süre sonra, dış ticaret dinamiklerine ve genel makro verilere, dengeye uygun bir kur seviyesine -zaten- ulaştığımızı görürsünüz.
Tam burada şu önemli notu da eklemek istiyorum; Türkiye’nin etrafında bütün bu olan bitenlere, bütün bu saldırılara rağmen, 2017 yılında kapsayıcı yüksek ve sürdürülebilir bir büyüme temposunu yakaladığını ve 2018’de bunu, yeni üretim yanlısı reformlarla ve kurumlarla sürdüreceğini söyleyelim. Türkiye bölgesinde yeni sanayi devrimini yakalayan tek istikrarlı ve yatırım yapılabilir ülke olacaktır. Ayrıca şunu da ilave edelim ki bu ekonomi tetikçilerinin oyunları karşısında paniğe kapılan, onlara boyun eğmekten başka çaresi olmadığını sanan kurumlarımız ve o kurumlardaki çağdışı ekonomi-politikası anlayışı da artık tarihe karışıyor.