Geçen hafta Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’in Türkiye-Almanya ekonomik ilişkilerini hedef alan talihsiz açıklamalarına Türkiye, yine geçen hafta, Cumhurbaş-kanı’nın açıklamalarıyla en üst düzeyde cevap verdi. Türkiye’de faaliyet gösteren Alman kökenli şirketlere yönelik soruşturma olduğu yalanının SDP’li Gabriel’den gelmesi Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin tarihine baktığımızda çok şaşırtıcı gelmiyor. Çünkü SDP’nin 20. yüzyılın başından itibaren, aldığı siyasi pozisyonlara, özellikle birinci ve ikinci dünya savaşları öncesi yalpalayan, yalan üzerine kurulmuş politikasına baktığımızda Gabriel’in baştan sona yalan olan bu açıklamaları tarihi olarak da “anlamlı.”
Birinci Dünya Savaşı öncesinde Alman Sosyal Demokratları, tarihlerini, verdikleri sözleri unutarak, emperyalist bir savaş için ellerini ovuşturan Kayser 2. Wilhelm’in kuyruğuna takılmışlardı. SDP, 1914 Ağustos’unda Alman parlamentosunda savaşa ve savaş bütçesine onay verdi. Oysa bir hafta önce, aynı SDP, dünyaya ve kendi kitlesine şöyle sesleniyordu: “Savaş istemiyoruz, Alman İmparatorluğu’nun saldırgan savaş politikalarına sonuna kadar karşı çıkacağız.” Bunu söyleyen SDP, tam bir hafta sonra, Kayser’in savaş partisi haline dönüştü ve insanlığa ihanet etti. Şimdi de değişen hiç bir şey yok.
Şu sıralar Türkiye hakkında akıl almaz yalanları söyleyen Gabriel, 2013 başında, SDP Başkanı olarak, Türkiye’yi ziyaret etmişti. Bu ziyaret sırasında Gabriel, “Türkiye ne zaman AB’ye tam üye olur bilemiyorum ama biliyorum ki Birliğin geleceğinde Türkiye de olmalı” diyor ve “Türkiye’nin AB gemisinde yer almaması halinde, Avrupa’nın kendi kendini zayıflatmış olacağını” da vurguluyordu.
Gabriel, bu ziyaret sırasında Kıbrıs Rum tarafının AB’ye üye yapılmasını da doğru bulmadığını, Annan Planı’nı reddeden Rumların AB’ye üye olmasının adil olmadığını söylüyordu. Aynı Gabriel, şimdi de her bahaneyle masadan kalkan Rum tarafıyla ilgili aynı şeyleri düşünüyor mu? Hiç sanmıyoruz.
SDP’nin tarihi yalanlarla doludur. Çünkü SDP, başından beri, Alman sivil toplumunun değil, Alman devletinin bir örgütlenmesidir. Bu açıdan Gabriel’in söyledikleri Almanya’nın devlet politikasıdır ve partiler üstüdür.
Alman ekonomisi...
Meseleye buradan baktığımızda, Almanya’nın hem AB’nin genişlemesiyle ilgili hem de Türkiye ile ilgili bundan sonra nasıl bir strateji izleyeceğini görmek zor değil. Bugün Alman sanayisinin ve ekonomisinin düştüğü durum, Almanya’nın 2. Dünya Savaşı öncesi durumundan çok farklı değildir. Almanya, Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıktıktan sonra, itilaf devletlerinin baskısıyla çok ağır koşulları kabul etmek zorunda kaldı. Versailles Antlaşması, Alman ekonomisinin kollarını kesiyordu. O zaman Keynes, bu anlaşmaya ve ağır koşullara, bunun yeni bir savaşa yol açacağını öngörerek karşı çıkmıştı. Almanya’nın pazara ve enerji kaynaklarına ulaşması engelleniyordu. Şimdi de Almanya Endüstri 4.0’a milyarlarca euro ayırıyor ve yeni sanayi devrimini yakalamaya çalışıyor ama bunun mümkün olamayacağını, yeni sanayi devriminin öncülüğünü Asya’ya kaptırdığını görüyor. Gabriel’in Türkiye’ye karşı kışkırttığı Alman sanayi şirketleri ve küresel yatırımcılar, yeni sanayi devriminin gereklerini merkez ve orta Avrupa’da yerine getiremiyorlar. Bu şirketlerin Türkiye’ye, Türkiye’nin genç nüfusuna ve pazarına ihtiyaçları var. Almanya’nın, dayattığı para ve maliye politikaları yüzünden, hızla krize sürüklediği Güney ve Doğu Avrupa da, Türkiye olmadan ayağa kalkamayacağını çok yakında anlayacak ve bu, Almanya’nın AB üzerindeki haksız hakimiyetini bitirecek.
Türkiye - G. Avrupa
Bir İtalyan olan Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı Mario Draghi, ECB’nin bilançosunu 4.2 trilyon euro’ya ulaştırdı. Draghi, özellikle Güney Avrupa’da yeni bir krizi önlemek doğrultusunda, milyarlarca euro’luk tahvil alım programlarını başlattı ve hızla devam ettiriyor. Almanlar, eksi faizdeki tahvilleri yüzünden çılgına dönüyorlar ve İtalya, Portekiz ile aynı havuzda oldukları için Draghi’ye çok kızgınlar.
İtalya, Portekiz, İspanya ekonomilerinin Almanya’ya bağımlı olması için bu ekonomilerin, tıpkı Yunanistan gibi, dibi görmesini Almanlar çok istiyor. Bunun dışında Transatlantik enerji hatlarının Türkiye üzerinden bu ülkelerle buluşması Almanya’nın korkulu rüyası. Rusya enerji yollarını da Türk Akım’la Türkiye’ye kaptıran Almanya’nın bir diğer korku filmi de kuzey enerji geçişleri...
Bütün bunlardan dolayı Almanya, Draghi’nin görev süresinin bitmesinden sonra bir Alman’ı ECB’nin başına getirmeyi istiyor. Almanya, bugün Türkiye’ye yaptığını, çok yakında, İtalya, Portekiz ve İspanya’ya yapacak. Ama bundan önce Türkiye’nin bütün gardını düşürerek bu ülkelerin Türkiye ile olası siyasi ve ekonomik işbirliğini önlemek istiyor. Bu açıdan Draghi’nin görev süresinin biteceği 2019, AB’de yeni bir Almanya kökenli krizin başladığı yıl olacaktır.
Almanya, bunun için bu yanlış politikalarına devam edecek.
Ancak Türkiye’deki Alman şirketleri güvende olduklarını, hatta Almanya’dan çok daha fazla güvende olduklarını bilmelidirler.
Almanya’nın tam şimdi Gümrük Birliği’ni de tartışmaya açması öncelikle Alman ekonomisine ve Alman kökenli şirketlere darbedir. Türkiye, GB’den çıkarsa, bundan Türkiye zarar görmez; AB ve Almanya zarar görür. 1996’daki Türkiye yok artık; küresel rekabeti bilen ve bunu yapan bir Türkiye var.
Alman yatırımcılar ve şirketleri, tarihi yenilgi ve yalanlarla dolu olan ve Alman ekonomisini yerle bir etmiş SDP’nin yalancı başkanına kulak asmasınlar.
Türkiye, bundan sonra, Almanya’dan daha güvenlidir. Çünkü Almanya, Draghi’nin görev süresinin bitmesiyle ECB’yi, Alman Merkez Bankası (Bundesbank) yapmaya çalışacak. Almanya’nın bu çaresiz ısrarı Güney Avrupa’yı yeni bir krizin eşiğine getirecek ve bu krizin etkileri Alman ekonomisi için de çok sarsıcı olacaktır. Yakın gelecekte, İtalya başta olmak üzere, Güney Avrupa da Türkiye ile birlikte hareket etmesi gerektiğini anlayacaktır.
Artık enerji ve pazar Türkiye’dedir. Alman şirketleri bunu bilsinler ve gelecekleri için Türkiye’ye daha fazla yatırım yapsınlar.