Son günlerde çok yararlı bir tartışma var ekonominin gündeminde...
Bilindiği gibi, başta tarım olmak üzere, bazı sektörlerde tüketici lehine bir fiyat terbiyesinin ithalat yoluyla olabileceği görüşü kolaycı bir çözüm olarak gündemde...
Gümrük vergilerinin indirilmesi tekel konumundaki işletme ya da üreticilerinin arz fiyatlarını dünya fiyatları seviyesine getirebilir. Dolayısıyla, ithalatı kolaylaştırmak iç ve dış fiyatlar seviyesinin dengelenmesi için önemli bir palyatif (yüzeysel) önlem olarak gözükür.
Özellikle hububatta, rekoltenin düşük olduğu yıllarda da ithalat kolaylığı arz-talep dengesini optimum fiyat seviyesinde sağlar. Ancak tarım yıllar boyu bütün ülkeler için stratejik ve sosyal boyutu nedeniyle de korunan bir alan olmuştur. Ülkelerin tarımsal yeterliliği yalnız sosyal-iktisadi bir gelişmişlik ölçütü değildir, tarımsal yeterlilik, aynı zamanda, bir ulusal güvenlik sorunu da olmuştur yıllardır.
Tarım ve korumacılık
Kapitalizm öncesi krizler, uzun bolluk yıllarından sonra gelen kıtlık krizleriydi. Geçmişte emperyal imparatorluk olma ölçütü, her koşulda ve her mevsimde tebaasını doyurmayı başarmaktı. Sizin eğer hakimi olduğunuz bir coğrafyada kıtlık varsa, bolluğun olduğu, uzak hakim coğrafyanızdan bu kıtlığı telafi ediyorsanız, ancak o zaman, bir imparatorluğun topraklarında sayılırdınız.
Bundan dolayı da ulus-devletler de bu kendine yetme geleneğini -yani imparatorluk mirasını- sürdürmüşler ve tarımı, hayvancılığı kıskançlıkla korumuşlardır.
Bugün birçok gelişmiş ülkenin tarımsal koruma duvarları, onların bütün dünyaya vaaz ettikleri liberalizmden çok ayrı bir sistem olarak, küresel ekonominin ortasında durmaktadır. Bu işin makro yanıdır ancak bir de bu konunun üretici tarafı vardır. Çünkü üretici, tarımsal girdileri tekel-oligopol piyasalardan alırken, ürünlerini tam rekabet piyasasında satmaktadır.
Esasında tam böyle de değildir. Üretici ürününü, tam rekabet piyasası koşullarından çok daha olumsuz şartlarda elden çıkarmak zorunda kalmaktadır. Üretici, ürünü tekel konumundaki perakende zincirlerine, bu perakende tekellerinin dayattığı fiyatlardan vermek zorunda kalmaktadır. Dolayısıyla, burada üretici iki yanlı bir sömürüye (hem girdi tedarik ederken, hem de malını satarken) maruz kalmaktadır. İşte bu nedenden doyalı da yalnız bütünüyle (bir ulusal güvenlik politikası olarak) tarım ve hayvancılığın korunması değil, üreticilerin de tekelci piyasa koşullarından korunması, bütün dönemlerde, değişmez devlet politikası olmalıdır.
Türkiye’de son yıllarda görülen gıda enflasyonu, esasında üreticiden gıda tekellerine bir gelir aktarım mekanizmasıdır. Ama daha da ötesi, yalnız üretici değil, biz tüm ülke olarak bu gıda tekellerine, et simsarlarına kaynak aktarıyoruz. Hemen örnekleyelim; Türkiye’de hane halklarının sofrasında en çok bulunan meyve elmadır. Türkiye, aynı zamanda, önemli bir elma üreticisidir. Bugün elmanın üretici fiyatı TL/kg olarak 0.67, hal fiyatı 2.20, pazar fiyatı 2.92, market fiyatı 4.15’tir. Burada üretici-hal arasındaki fiyat farkı yüzde 228.36, üretici-pazar fiyat farkı yüzde 335.32, nihayet üretici-market fiyat farkı yüzde 519.90’dır.
Şimdi burada çarpıklığın nerede olduğunu bu fiyatlar anlatmıyor mu?
Burada çözüm üreticinin daha sistemik önlemlerle korunması ve üreticinin pazara ulaşmasının önünü açmaktır. Devletin ve belediyelerin tanzim satış ağlarını artırmaları, üretici kooperatifçiliğin günün koşullarında yeniden gözden geçirilip daha etkin uygulanması, Rekabet Kurumu’nun burayı iyi izlemesi ilk elde alınacak önlemlerdir. Zaten Tarım Bakanlığı bu konularda yoğun bir çalışma içerisinde...
Türkiye’nin doğu illerinde hayvancılığın günün koşullarında yeniden çağdaş desteklerle canlandırılması artık kaçınılmazdır.
Tarım ve hayvancılık dışında sanayinin diğer stratejik alanlarında koruma konusuna gelince...
Sanayi ve korumacılık
Korumacılık teorilerinin babası, 19. yüzyılda yaşamış Alman iktisatçısı Friedrich List’tir. List, bebek sanayi argümanını geliştirmiştir. List, kalkınmış ülkelerin varlığında, geri kalmış ülkelerin, devlet koruması, özellikle de tarife koruması olmaksızın yeni endüstriler geliştiremeyeceğini söylemiştir. List, 1841’de yayımlanan kitabı “Milli Siyasal İktisat Sistemi” kitabında ABD ve İngiltere’nin bebek sanayileri koruyarak kalkındıklarını ortaya koymuştur. List, Britanya’nın sınai kalkınmasının, serbest ticareti ve serbest piyasa ekonomisini ayaklar altına alarak gerçekleştirdiğini bu kitapla kanıtlar. Ama List, aynı zamanda, Britanya’nın diğer ülkelere serbest ticaret öğüdü verdiğini hatta “serbest” ticarete bu ülkeleri nasıl zorladığını uzun uzun anlatır.
Şimdi özellikle G-20 platformlarında gelişmiş ülkeler yine diğerlerine “Aman korumacılık yapmayın” diye öğüt veriyor ama başta demir-çelik gibi temel sanayi ürünlerinde en yüksek korumacılığı onlar yapıyor. Peki, biz ne yapıyoruz?
Bu konuya devam edeceğiz ama bu konudaki temel tezimizi yazıp öyle bitirelim:
Bugün, dünya yeni bir endüstri devrimine gidiyor. Yeni ticaret ağları, yeni ticaret düzeni de bu bağlamda yeniden inşa ediliyor. Bu inşa sürecinde devletler hem küresel ticaretin yeniden inşasında hem de teknolojinin altyapısında geçen yüzyıldan çok daha fazla rol oynayacaklar. Bu anlamda devletlerin ekonomiyi düzenlemesi hatta düzenleyici oyuncu olarak iktisadi işletmelerle ekonominin içinde olmaları gereklidir. Ama bu, geçen yüzyılda olduğu gibi, piyasa karşıtı devletçi bir ekonomi anlamına gelmez. Tam aksine, anti-tekel, piyasa dostu bir ekonomi anlamına gelir.