Türkiye’nin, nihayet -geçmiş olanlarla karşılaştırıldığında- görece iddialı bir Orta Vadeli Program’la (OVP) tanışacağını söyleyebiliriz. Başbakan’ın dün açıkladığı büyüme hedefleri -iddialı olmasa da- önemli. (Her yıl için yüzde 5.5)
Türkiye, daha önceki OVP’lerde ülkenin iç dinamiklerinden ziyade a) dış dünyanın büyüme ortalamasını, b) Türkiye’ye önerilen enflasyon, dış açık hedeflerine bağlı olarak oluşturulan genel dengeyi, c) faiz dışı fazla hedefine bağlı olarak kamu dengesini büyümenin temel belirleyicileri olarak ele alıyor ve bunun sonucunda yüzde 4’ü aşan bir büyüme sürekliliğinin enflasyon-dış açık, bütçe-faiz dışı fazla hedeflerinde önemli sapmalar ve kriz oluşturacağı varsayımıyla, büyüme hedefleri -şartlar ne olursa olsun- en çok yüzde 3.5-4 sevilerinde tutuluyordu. Hatta merkez bankasının enflasyon hedeflerine ve cari açığa bağlı olarak, OVP’lerde aşağı yönlü revizyon yapılması da adettendi.
Hedefler ve politika...
Bu OVP’de tabii ki “eskinin” izleri var. Örneğin, enflasyon hâlâ işsizliğe göre iddialı hedef.
Oysa tam tersi olması gerekir. İşsizlik, enflasyona göre, iddialı hedef olması gerekir.
Türkiye’de, temel üretim faktörlerinin büyümeye sürekli ve artan oranlı katkısı olmadıkça -yani sermaye, emek ve teknoloji verimliliklerinin sürekliliği- optimum bileşimi yakalanamadıkça enflasyon sorunu kronik bir sonun olarak kalacaktır. Buradaki verimlilik sürekliliği “nitelikli” beşeri sermayenin büyümeye giderek artan katkısı demektir ve bu da daha fazla istihdam hatta yüksek ücrete rağmen emek verimliliği demektir. Bu çerçevede Kalkınma Bakanlığı’nın 5 yıllık Kalkınma Planları ile OVP’ler arasında ciddi bağlantılar olması gerekir. Yani Kalkınma Programları, OVP’leri doğrudan üretmelidir. Bunun siyasi olarak karşılığı ise Türkiye’nin bölgesinde belirleyici ülke olma konumudur. Şu günlerde bunun ne denli önemli olduğunu görüyoruz. O zaman “ekonomi” “siyasete” ayak uydurmalıdır.
Dünya ekonomisinde, 2008 kriziyle birlikte, dışa açık, piyasa yanlısı yeni bir düzenleme (bunu yeni planlama anlayışı olarak görenler de var) dönemi başladı. Ülkeler, küreselleşmenin şu anki seviyesini veri kabul ederek, kendi özgül durumlarına uygun düzenlemeleri çok derinlikli reform programlarıyla gündeme getiriyorlar. Sanıyorum bunu en çarpıcı şekilde yapan G. Kore ve Çin gibi Asya ekonomileri. Dış açıklık ve Toplam Faktör Verimliliği (TFV) arasındaki güçlü ilişki sermaye piyasalarının derinlikli olarak yeniden düzenlenmesiyle ortaya çıkıyor, sermayenin temerküzü, geleneksel banka sisteminden devasa devlet merkezli fonlara kayıyor ve bu fonlar, sermaye temerküzünün yeni şeklini bize anlattığı gibi, dünya siyasetini de, güçlü sermaye akışlarıyla belirliyorlar.
Doğu ve yeni kalkınma...
Bugün dünyanın sermaye akışkanlığı ve temerküzü yönüne baktığımızda Asya’nın hızla öne çıkmakta olduğunu görüyoruz. Bu, özellikle sermeyenin etkinliği ve Asya ülkelerinin büyümesine yaptıkları katkı bağlamında da böyle. Yani Batı’da park eden sermaye, adeta bir likidite tuzağı içinde, bir kriz nedeni olurken, Asya’ya yönelen sermaye toplumların büyümesinde, Toplam Faktör Verimliliği içindeki payını yukarı çekiyor ve bu sermaye, aynı zamanda, hızla çoğalarak, Afrika gibi bakir alanlara da ihraç oluyor. Tam burada, bizim bütün bildiklerimizi altüst eden üç önemli değişim parametresi var: birincisi, bu toplumlar geçmişte Batı’nın olduğundan çok daha dışa açık ve rekabetçi bir ekonomiye sahip; ikincisi, devlet, piyasanın, paradoksal olarak, en etkili yapıcısı -anti-tekel bir piyasa düzenleyicisi ve nihayet teknoloji, doğrudan sermaye ve emeğin yanında yeni bağımsız bir üretim faktörü. Batı’nın modelinde teknoloji, sermayenin parçasıydı ve ondan bağımsız bir itici güç olamazdı. Oysa şimdi teknoloji, sermayenin değil, nitelikli emeğin üretim alanında ve büyümenin doğrudan itici gücü... Ve bu itici güç, temerküz etmiş sermayeden bağımsız... Teknolojinin sınırsızlaşması tam da budur.
Şimdi bu yeni durum, bütün cari büyüme ve kalkınma ezberlerini bozmak için yetmiyorsa ne yeter bilemiyorum. Batı’nın hem kendisine hem de kendi dışındakilere vaz ettiği büyüme-kalkınma modelleri iflas etti. Zaten Almanya seçimleri de bunu göstermiyor mu? Almanlara Naziler geri geliyor dediğimizde hakaret sayıyorlardı; işte elli yıl sonra parlamentoya girdiler... Merkel Jamaika koalisyonunu beceremezse Naziler -teorik olarak- iktidar adayı ve Merkel’in aday ortağı durumunda mı; evettt... İşte bu kadar; karşınızda Almanya’nın son durumu... Batı, hâlâ ilk sanayi devriminde olduğu gibi, bu yeni teknoloji-sanayi- devrimi’nde de öncü olacağını sanıyor. Oysa artık bu imkânsız.
OVP öncesi, OVP’ye ve bütün 5 yıllık Kalkınma Planlarına bir de bu perspektiften bakalım diye yazdım...