Dün Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) yeni yılın ilk ayının ihracat rakamlarını açıkladı. İhracatımız geçen yılın aynı ayına göre yüzde 14.4 oranında azalmış gözüküyor. Ancak ihracatın ayrıntılarına ve ivmesine yakından baktığımızda karşımıza çok değişik ve umut verici bir tablo da çıkıyor. Öncelikle Türkiye’nin ihracat potansiyeli ürün ve bölge bazında çeşitleniyor. Yani batı bölgeleri dışında Anadolu’nun her yerine yayılmış sanayi işletmeleri önemli oranda ihracat yapıyor.
Türkiye’de çok uzun süredir ihracatı otomotiv, tekstil, hafif sanayi ve kimyevi ürünler gibi orta teknoloji sektörleri omuzluyor ve bu ihracat ağırlıklı olarak Avrupa Birliği ve yakın bölgelere oluyordu. Ancak bu tabloya savunma sanayii gibi üst teknoloji barındıran stratejik sektörlerin girdiğini görüyoruz. Örneğin, ocak ayında en fazla ihracat artışı yakalayan sektör yüzde 19.4 ile savunma ve havacılık sanayii...
İhracatın anlattığı...
Öte yandan, ocak ayında ihracatın artış ve azalışının olduğu bölge ve ülkelere baktığımızda, elimizdeki veriler bize yalnız ekonomik bir tablo vermiyor, siyasi durumu da biraz anlatıyor. Türkiye’nin ocak ayı ihracatı, en çok ihracat yaptığı Almanya, İngiltere, İtalya gibi ülkelere azalmış. Bu daralma, AB kriziyle birlikte Türkiye’nin kur tarafında hâlâ avantajlı duruma geçememiş olmasıyla açıklanabilir. AB’ye ihracat daralmamız yüzde 6.4... Bu durumda AB krizinin kısa vadede çözülemeyeceğini hatta siyasi olarak -mülteci sorunu ve AB içindeki sosyal sorunlar odaklı olarak- derinleşeceğini söyleyebiliriz.
Türkiye’nin ocak ayında en fazla ihracat yaptığı otuz ülke arasında, en yüksek ihracat artışı sağladığı ülkeler sırayla Suudi Arabistan (yüzde 30.5) Mısır (yüzde 15.1) ve İsrail (yüzde 9) olmuş. Bu rakamlar bazı -yeni- gelişmelerin habercisi olabilir mi, bakacağız.
Bunun yanında ihracatımızın oran olarak arttığı ülkeler ise şunlar: Letonya (yüzde 180), Gana (yüzde 120), Etiyopya (yüzde 106), Endonezya (yüzde 89), Singapur (yüzde 45). Tabii ki ihracatta en büyük düşüş siyasi nedenlerden dolayı Ortadoğu (yüzde 25.7) ve BDT (yüzde 46).
Paradigma değişimi...
Türkiye, ekonomik ve siyasi nedenlerden dolayı yakın çevresiyle ihracattan başlayan bir ekonomik entegrasyon sorunu yaşarken, bazı Afrika, Uzakdoğu ve Amerika ülkeleri dolayısıyla uzak bölgelerle ekonomik yakınlaşma sağlıyor.
Bu tablo, yani ihracatın ürün, bölge ve ihraç edilen ülke bazında değişen bir trende girmesi, bize göre, çok önemli siyasi, ekonomik ve sosyolojik değişimlere işaret edebilir.
Öncelikle Türkiye’nin Afrika, Latin Amerika ve Pasifik gibi coğrafi bölgesi dışındaki bölgelere ticari ve ekonomik olarak düzenli ulaşması, bir müddet sonra karşılıklı olarak düzenli sermaye ihracını da gündeme getirecektir. Sermaye ihracı ise, emtia ihracından çok farklı ele alınması gereken, ekonomik bir olgudur. Çünkü sermaye ihracı, aynı zamanda, siyasi entegrasyon anlamına da gelir. Türkiye’nin sermaye ihtiyacı olan Afrika’ya sermaye akışı olarak ulaşması ve sermaye fazlası olan Körfez ve Pasifik ülkelerinden sermaye girişi sağlaması, bizim şimdiye değin izlediğimiz bütün ekonomik, siyasi ve diplomatik karşılıklı bağımlılık ilişkilerini ve buna bağlı ekonomik-siyasi paradigmayı değiştirecek bir yönelimdir ve bu yönelim aslında başlamıştır.
Tabii ki bu çok önemli değişimin Türkiye’deki sermaye dengelerine ve oradan hareketle siyasete yansıyan işaretleri vardır.
Çeteler ve ‘demokrasi’
Yakın zamana kadar Türkiye’de batı bölgelerinde öbeklenen büyük sermaye ve finans grupları ekonomik ve siyasi denetimi ellerinde bulunduruyorlardı. Bu yapı, 2008’e kadar stratejik ve ana ihracatçı sektörlerde piyasaya girişlerini kontrol ederek oligopol bir piyasa dengesi oluşturdu ve bu oligopolü de elinde tuttuğu oranda bu gücü siyasi oligarşiye tekabül ettirdi. Bu oligarşi, devlet bürokrasini de kendisine ortak yaparak, meclisi ve siyasi partileri vitrin gibi kullanıp, Türkiye’yi yönetiyordu. Biz de buna “parlamenter demokrasi” diyorduk.
Paralel Çete (FETÖ) bu oligarşik yapıya, devlet bürokrasisinden “eski” darbeci-laik kesimi tasfiye ederek ortak oldu. Bu sürecin -yapının- Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce tamamlanacağı ve Erdoğan’ın da siyasi olarak tasfiyesinden sonra yoluna kemikleşerek devam edeceği hesaplanmıştı. Ama olmadı biliyorsunuz ve şimdi yaşananlar bu kaybeden yapının terör kartı ve dış destekle son şansını denemesidir. Yine kaybetmek üzereler...
Kaybettiler çünkü...
Çünkü şunu görüyoruz; Türkiye’nin yeni sanayisi yalnız içinde bulunduğu coğrafi bölgeyle yetinmiyor ve “eski” oligarşik sermaye yapısından çok ayrı yeni bir sermaye gücü dünyanın dört tarafına erişiyor. Bu yeni sermaye, aynı zamanda, savunma sanayii, havacılık gibi yüksek teknoloji barındıran stratejik sektörlere giriyor ve başarılı oluyor. İnsansız hava aracı ve robot elektronik silah sanayiinin Türkiye’deki yürütücüsü ve ihracatçısı, eski sanayiye direnen ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın desteğiyle ortaya çıkan bu yeni sermayedir.
İşte burayı göremeyenler tabii kapkaççı sermayeden başka çaremiz yok diye yazabilirler ama onlara bakmayın, onlar FETÖ gibi yapıların son “liberal” kalıntıları...