Yalnız günlük gelişmeler ve bunlara bağlı haberlerden yola çıkarak, içinde bulunduğumuz durumu anlatacak günler değil şu günler...
Mesela geçen hafta sonu iki önemli ekonomi haberi vardı. Birincisi ABD’den gelen üçüncü çeyrek büyüme verisinin ABD’nin yüzde 2.9 ile tahminlerin üzerinde büyüdüğünü bize söylüyordu. İkinci çeyrekte ancak yüzde 1.4 büyüyen ABD ekonomisi için bu veri gerçekten işlerin yolunda gittiğini anlatıyor mu; bizce hayır... ABD ekonomisinde halen temel sektörlerde kalıcı bir toparlanma yakalanmış değil, işsizlik hala kritik düzeyde seyrediyor. Son gelen büyüme verisinde ise stokların ve ihracat artışının göreli payı var. Hedeflenen enflasyon ve iç talep seviyeleri henüz yakalanmış değil, kaldı ki ihracattaki artış, eğer Fed’in faiz artışı sonucu dolardaki değerlenme sürerse, devam etmeyecek ve ABD büyümesi 2017’de -keskin olarak- düşmeye başlayacak.
ABD ekonomisindeki bu belirsizlik, yaklaşan ABD seçimleri bağlamında siyaset tarafında da var. Başkan adayları, yaklaşan büyük küresel fırtınayı omuzlayacak potansiyeli taşımıyor.
Ancak sistemin hakim gücü konumundaki ABD’deki bu belirsizlik, 2. Dünya Savaşı sonrası bu hakimiyeti yürüten tüm sistemik kurumlarda da var. Geçen hafta sonu gelen ikinci haber de bize bunu anlatıyordu. Petrol üreticisi ülkelerin çatı örgütü sayılan OPEC, petrol fiyatlarının istikrarı için üretici ülkelerin kısıntıya gidebileceğini, bununla ilgili anlaşmaların gündemde olduğunu epeydir duyurup duruyor. Ancak geçen hafta sonu Viyana’da yapılan toplantıda somut bir anlaşmaya -yine- varılamadı. Çünkü artık OPEC gibi sistemik küresel yapıların böyle kararlar alacak bütünlükleri yok. İkinci savaş sonrası kurulan sisteme bağlı olarak yetmişli yıllarda ortaya çıkan petro-dolar mekanizması da çökmüş durumda. Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri artık ABD’den bağımsız başlarının çaresine bakmak zorunda.
Çaresizlik...
Ancak, aynı zamanda, gelişmekte olan ülkelerin de ekonomi-politikaları konusunda “eski” çaresiz konumlarından çıktığını da görmeye başlayacağız. Bu çaresizliği gelişmekte olan ülkeler öyle yoğun yaşadılar ki...
Mesela Sonia Gandi, 2004 yılında Hindistan’da Kongre Partisi lideri olarak seçimi kazandığında Mumbai Borsası, 129 yıllık tarihinin en düşük seviyesini görmüştü. Bunun da nedeni Kongre Partisi’nin iktidarında neo-liberal politikaları uygulamayacağı endişesiydi. Bunun üzerine Gandi, “İktidara geldiğimizde farklı bir şey yapma imkânlarımız sınırlı, hatta yok” diyerek başbakanlığı reddetti.
Sonia Gandi, bugün olsa benzer bir davranışı sergilemezdi mutlaka; ama o günkü koşullar ve neoliberal kuşatma başarı şansını sıfıra indiriyordu. Gandi, eski ezberlerin artık geçerli olmadığını biliyordu.
Bu öngörü özetle, kısa dönemde ve tek ülkede bir şey yapılamayacağı kanısına dayanıyordu. Çünkü Hindistan gibi dinamizmi güçlü ülkelerde Kongre Partisi gibi partilerin dengeleri, halka zarar vermeden değiştirmesi gerekir. Gandi’nin Hindistan’ın tek başına kendini dünyadan yalıtarak bu değişimi yapamayacağını tespit etmiş olması, bir sezgiden çok bilimsel bir gerçekti. Çünkü öylesine katı bir kuşatma vardı ki dünyanın güneyinde ya da doğusundaki ülkelerin bu kuşatmayı aşarak adım atması imkânsızdı.
Benzer dramı 2003’te Macaristan’da Başbakan Frenc Gyurcany yaşadı.
Ama o, Gandi kadar öngörülü olmadığı için, bu dramı iktidardayken yaşama şanssızlığına yakalandı. “Yalan söyledik” diyordu, Gyurcany, istifa ederken, “Halka yalan söyledik ve böyle giderse yalan söylemeye devam edeceğiz” diye de devam ediyordu...
Avrupa’nın ortasında Macaristan’ın tek başına değişim şansı yoktu tabii.
Çare...
Türkiye ise, bugüne değin, bu örnekleri defalarca yaşadı. Bu kuşatılmışlığı aşmaya çalışan tek lider ise Erdoğan’dı. Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Yaptığım mücadelede milletimden başka kimseyi yanımda göremedim” diye dile getirdiği tarihi serzeniş bu gerçeğin en özlü anlatımıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan yalnız FETÖ ile mücadelede yalnız kalmadı, ranta dayalı, dışarıya kaynak aktaran yeni sömürgeci ekonomi politikalarıyla mücadelede de yalnız bırakıldı. Ama tam şimdi yalnız Türkiye’nin değil, Hindistan’ın, Avrupa’nın ortasındaki Macaristan’ın da değişim şansı var. Erdoğan haklı çıktı.
Tam bugün gelişmiş ülkelerin krizi, onların bitmeyeceği sanılan hegemonyasına ciddi delikler açıyor. Bu, tarihsel bir fırsat ama bu fırsatı ancak kararlı bir siyasi liderlik, mazlumlardan yana kapsamlı ve büyük bir dönüşüme, değişime çevirebilir. Ama bu değişim, yüzyılın başında belirlenen sınırları da değiştirecek bir altüst oluşu beraberinde getirecek. Bu anlamda bugün yaptığımız tartışma bir harita ya da sınırların tek başına değişmesi tartışması değildir. Bugün yaptığımız tartışma, yeni bir küresel sistem tartışmasıdır. Başkanlık sistemi tartışması da böyledir, Musul-Kerkük kaynakları, Lozan tartışması da böyledir ve bu büyük değişimin ana başlıklarıdır.