Cemil Ertem

Cemil Ertem

dr.cemilertem@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bugün İngiltere Avrupa Birliği’nden çıkışı oyluyor; bu referandum, aslında bir “Biz burada kalalım” oylaması değil, “Biz buradan çıkalım” oylaması... AB’nin buraya nasıl geldiğini bir önceki yazıda anlattık. Ancak bir de bu durumun AB dışındaki dinamikleri var. Çünkü, bir önceki yazımızda belirttiğimiz gibi, bu gelişme yalnız İngiltere ile AB arasındaki bir sorun değildir; 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD önderliğinde kurulan ve İngiltere’nin de destek verdiği küresel sistemin hiyerarşisinin değişmekte olduğunu gösteren tarihsel bir eşiktir.

Bugün referandumdan İngiltere’nin AB içinde kalma kararı çıksa bile artık bir dönemin geride kaldığını söyleyebiliriz.

Almanya ve İngiltere
İşin özü şudur; 2008 kriziyle birlikte başlayan süreç, tam bu günlerde, bize bir dönemin bittiğini gösteriyor. Burada, -bu dönemde- Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin yeri belli olduğu gibi, gelişmiş ülkelerin de yeri belliydi. Savaştan yenik çıkan Almanya ve Japonya, gelişmiş ülke olarak sisteme eklemlenecekler ama hiçbir zaman ABD ve İngiltere’nin konumunda olamayacaklardı. AB’den başlamak üzere, bütün ekonomik ve siyasi birlikler bu hiyerarşiye göre düzenlendi.

Londra ve Washington belirleyici merkez olma konumunu tartışmasız sürdürdü. Ancak bu yapı önce 1989’da Berlin Duvarı’nın çöküşüyle sarsıldı, sonra da 2008 kriziyle son dönemece girdi. Almanya ve Japonya, savaş sonrası belirlenen yerlerine itiraz ettikleri gibi, gelişmekte olan ülkeler de Asya’dan başlayarak yukarı tırmanmaya başladılar. Bu durumda denge iki yönlü olarak bozuldu; birincisi gelişmiş ülkeler dengesi, Anglosakson tarafının aleyhine bozulmaya başladı. Almanya’da Merkel AB’nin liderliğine soyunurken, Japonya’da Şinzo Abe, 2. Dünya Savaşı sonrası Japonya’yı cendereye sokan anayasayı değiştirmeye niyetlendi ve ekonomik gücünü-teknolojisini Pasifik’ten başlayarak ihraç etmeye ve “bağımsız” yeni bir ekonomi-politikası uygulamaya başladı. Öte yandan Almanya, yeni sanayi devriminin -endüstri 4.0- öncüsü olmak gibi bir rolü de üstlenmeye çalıştı.

İngiltere, endüstri 4.0 denen yeni sanayi devriminin standartlarının Almanya merkezli olarak belirlenmesine ve Doğu Avrupa’dan Hazar bölgesine kadar olan büyük hinterlantta da Almanya’nın belirleyici olmasına, hele hele olası bir Rusya-Almanya ittifakına şüpheyle baktı. Bundan dolayı da Almanya merkezli bir AB’yi tartışmaya açtı ve süreci Brexit’e götürdü. Tabii bu, aynı zamanda, İngiltere’nin oyunun bittiğinin farkına varmasıdır. Yani bir dönem bitmiştir.

ABD ve Asya...
İşin ABD tarafına gelince; ABD, 2008 krizine rağmen, hâlâ dünya ekonomisini belirleyen küresel şirketlerin çoğuna ev sahipliği yapıyor. Bugün ABD, Forbes Global-2000’in 2015 verilerine göre, 580 kadar, küresel oyuncu sayılacak dev şirkete ev sahipliği yaparken, Çin 232, Japonya 219, İngiltere 104 şirkete sahip ama arkadan gelen BRICS ülkeleri de 341 küresel şirketi denetliyor. Burada Avrupa merkezli teknoloji şirketleri gerilerken, Asya öne çıkıyor ve ABD’ye yetişiyor. Hal böyleyken Almanya, son yıllarda endüstri 4.0’a çok yoğun destek vererek bu açığı kapatmaya çalıştı ve Doğu Avrupa’ya da geleneksel sanayi yatırımlarını yönlendirmeye başladı.

Ayrıca burada şöyle bir durum da var; 2. Dünya Savaşı’nınhemen ertesinde ABD için altın yılların başında -1960’da- ABD’nin küresel nominal gayri safi milli hasıladan aldığı pay yüzde 40 idi. 2015 yılında bu pay yüzde 24’e gerilemişti. ABD için son elli yıldaki bu gerilemeden kaynaklı pay, İngiltere ya da Almanya’ya gitmedi. Çin başta olmak üzere, Asya ülkelerine gitti. Üstelik, bu ülkeler artık geleneksel sanayilere bağlı olarak, küresel hasıladan aldıkları payları yukarı çekmiyorlar. Tam aksine, üst teknolojiyi gelişmiş ülkelerden bağımsız olarak üretip, yeni teknoloji rantını kendilerine akıtıyorlar.
2035 yılına gelindiğinde internete bağlanabilen insan sayısı 7 milyara ulaşmış olacak. Kimine göre 50, kimine göre ise 250 milyar cihaz internet üzerinden aynı şebekeye bağlı olarak çalışacak. Bunun 19 trilyon dolarlık bir pazar olacağı tahmin ediliyor. Şimdiki mücadele, bu büyük pazarı ve bunun ekonomisini kimlerin denetleyeceği ve bu sermaye birikiminin hangi merkezlerde olacağıdır. Şimdi gördüğümüz bütün siyasi çekişmelerin, savaşların terörün en derinlerdeki amacı, bu yeni ekonominin yeni sahiplerinin ve pazarlarının belirlenmesidir.

Türkiye’nin burayı yakalamamasını, yeni bir G. Kore, Çin olmaması gerektiğini düşünenler çok açık ve bu şaşıracak bir durum değil ama biz elimizin altındaki bu fırsatı tam biliyor muyuz; bu soruyu daha fazla sormamız gerekiyor bu günlerde...