Türkiye’nin 2017 büyüme performansının “beklentilerin” üzerinde gerçekleşmesi karşısında şaşkına dönen bir kesim var. Bu köşede Türkiye’nin yeni büyüme yoluna ilişkin, son büyüme rakamlarına bağlı olarak çok yazı yazdım. Bunları tekrar etmeyeceğim, arşivde var.
Ancak 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, 2016 3. çeyrekteki 1.8’lik daralmanın üstüne atlayarak Türkiye ekonomisi çöküyor diye rapor yayımlayan Alman devletinin yalnız ekonomik olarak değil, öyle anlaşılıyor ki politik olarak da yönettiği ve kullandığı Commerzbank üzerinde durmak gerek.
Commerzbank, yılın ikinci çeyreğinde beklentilerin üzerinde zarar eden ve bu zararla birlikte bilanço bozulması giderek artan bir banka. Ayrıca bankanın bu zararında, teknik deyimle, yönetimin moral hazard (yönetimin ahlaki düşkünlüğü) durumunda olmasının etkisi büyük. Çünkü Commerzbank geçen sene (2016’nın aynı döneminde) 215 milyon euro kâr etmişti. Tam bir yılda bankanın net 637 milyon zarara geçmesinde moral hazard etkisi tartışılmaz.
Yalnız Türkiye ile ilgili yalan yanlış raporlarla yatırımcısını yanıltması ve yüzlerce çalışanını, beklenmedik şekilde işten çıkarması bile başlı başına moral hazard’dır.
Yatırımcısını yanıttı...
Tabii Commerzbank, giderek kötüleşen ve yükselen Doğu ekonomileriyle rekabet etme zorluğu yaşayan, Alman ekonomisinin temel zaaflarını da barındırıyor. Commerzbank yönetimi, bu yılki beklenmedik zararı “yeniden yapılandırma” olarak nitelemiş ancak bu yeniden yapılandırma dedikleri, büyük ölçüde, ahlaki sınırları da zorlayarak, işten çıkarmaları kapsıyor. Şimdi Almanya’nın en büyük bankalarından birisi çöküyor ve bu çöküşte hızlı işten çıkarmaların payı büyük. Esasında Commerzbank şunu açıktan itiraf etmeli; “Aslında bizim sırtımızı dayadığımız Alman devletinin etkisi altındaki ekonomi çöküyor; bizim eski yapılanmamız bu çöken ekonomiyi kaldırmıyordu onun için büyük işten çıkarmalar yaptık ve zarar ettik.”
İşin garip tarafı, Commerzbank, bu yeni yapılanmadan umutluymuş, önemli ölçüde müşteri büyümesi sağlamışlar ama “müşteri büyümesinin” etkileri önümüzdeki yıllarda görülecekmiş. Şimdi en yakınındaki en dinamik ekonomilerden biriyle yayınladığı politik raporlarla neredeyse siyasi bir kavgaya giren ve çökmüş Alman siyasetinin sözcülüğüne soyunan bir banka hangi müşteri genişlemesinden bahsedebilir.
Geçen sene Türkiye ekonomisi çöküyor diye rapor yayımlayan ve şimdi gelen büyüme rakamlarıyla ipliği pazara çıkan ve yatırımcılarından -müşterilerinden özür dileyeceği yerde, Türkiye’nin büyümesi şüpheli diyen Commerzbank esasında tekil bir örnek olarak önemli değildir. Ancak bu bankayı burada yazı konusu yapan, yatırımcıları kandırma pahasına -ki bu bir moral hazard yani ahlaki düşkünlük durumudur- yalan raporlar yazabilmesi ve bunda ısrar edebilmesidir. Peki, Commerzbank örneğinde olduğu gibi, finansın ve iktisadın alanından çıkarak devletlerinin kör sopası haline dönüşen ve bir iktisadi kurumdan çok siyasi parti aparatına durumuna gelen bu kurumlar hangi ekonomi-politik ortamın sonucu?
Yükselen ekonomiler...
Bunu aslında bu yıl New York'ta BM’nin 72. Genel Kurulu’nu izlerken, bir kez daha somut olarak görmüş oldum. BM’nin kürsüsünde konuşan Doğu ve Güney ülke liderlerinde ülke ekonomilerine karşı duydukları güven konuşmalarına yansıyordu. Hemen hepsi bölgelerindeki sıcak çatışmalardan ve her an sıcak çatışma alanına dönüşecek soğuk çatışma durumlarından şikâyetçi oldu ve bu sorunları, insanlık sorunu olduğu kadar insani kalkınmayı engelleyen, ülkelerin büyümesini, gelir dağılımını bozan sorunlar olarak tespit etti. Ancak bu ülkeler, geçmişten farklı olarak, ekonomilerini dışa açarak yeni bir büyüme ve kalkınma yolu açtılar. Pasifik Asya’da Çin’le başlayan bu kalkınma yolu, Türkiye ile Asya’dan Avrupa’ya doğru geliyor. Esasında bu, gelişmekte olan ülkelerin 1960’lı yılların başında başlayan ve sonra sönen çıkışından çok daha farklı bir çıkıştır.
Gelişmekte olan ülkelerin -daha geniş anlamda Doğu'nun- ekonomik ve siyasi olarak bu çıkışı, kesinlikte yeni bir ‘bağlantısızlar hareketi’ olarak anlaşılmamalıdır. Çünkü 1960’lı yılların hemen başında ortaya çıkan ‘bağlantısızlar,’ iki kutuplu bir dünyanın ürettiği ve ABD hegemonyasına Sovyetler'e dayanarak karşı çıkan kapalı ekonomiye ve siyasi rejime sahip ülkeler grubuydu. Her ne kadar kendilerini üçüncü bir kutup olarak tanımlasalar da devletçi-kapalı bir ulus-devlet modeliyle, Sovyet modelinden niteliksel olarak çok ayrılmıyorlardı. Şimdi ise, gelişmekte olan ülkelerin itirazı, tam aksine, siyasi rejimlerini ve ekonomilerini dışarıya açtıkça mümkün oluyor. Örneğin Çin ve Hindistan ve Türkiye bugün ulaştıklarını ekonomik etkinliğe, ekonomilerini daha fazla dışa açarak geldiler. Böyle olunca, Çin ve Hindistan, 21. yüzyılın ilk çeyreği biterken, Batı'nın elinden ekonomik hegemonyayı alacaklar. Ancak, ilk önce gelişmekte olan Asya ve sonra da Kafkasya’dan başlayarak, Ortadoğu, Türkiye ve Doğu Avrupa, bu Doğu-Batı eşitlenmesini yakalayacak.
Bu kaçınılmaz bir süreç, şimdi Batı'nın tek yapacağı bu süreci mümkün olduğunca geciktirmek. Bunun için de yapılacaklar çok belli; tam bu geçiş aşamasında gelişmekte olan ülkelerde siyasi karışıklığı mümkün olduğunca yukarı çekmek ve buralardaki yeni sivil siyasi iradeyi yok etmek ya da geciktirmek.
Türkiye’nin büyümesi gerçektir. Tıpkı Çin’in ve ötekilerin hızlı büyümesi gibi. Ancak Commerzbank’ın temsil ettiği ekonomi ve o ekonominin paradigmasının çöktüğü de gerçektir.