Tokyo
Tokyo
Cumhurbaşkanı Erdoğan Japonya’da... Bu resmi ziyaret esasında 2013 yılında Japonya Başbakanı Şinzo Abe’nin Marmaray’ın açılışı vesilesiyle Türkiye’ye yaptığı ziyaretle başlayan diplomasi mekiğinin üçüncü ayağı...
Biliyorsunuz, Erdoğan 2014 yılı başında Başbakan sıfatıyla Japonya’ya resmi bir ziyarette bulunmuştu. Daha önceki “Savunma sanayii” yazımızda Abe ve Erdoğan arasındaki tarihsel benzerliğe dikkat çekmiştik. Bu tarihsel benzerliği yeniden tek cümleyle ifade edelim: “Her iki lider 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan ve BM gibi kurumlarla da ifadesini bulan, bugün dünyanın ekonomik ve politik gerçekliğini taşımayan ekonomik-politik çerçeveyi eleştiriyor.”
Bu konuda ülkelerine dayatılan “hâkim” paradigmanın değişmesi gerektiğini söylüyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her fırsatta ve her platformda dile getirdiği “Dünya beşten büyüktür”formülasyonu bu itirazın en somut ve özet ifadesi.
Hiç şüphesiz ki Japonya’nın 2. Dünya Savaşı ile kısıtlanan ekonomik ve politik varlığı, yeniden bağımsızlaşırsa, bu, Çin “gerçeği” ile birlikte bize yeni bir Doğu Kalkınması’nı anlatacak. Doğu Kalkınması deyimi, esasında, Batı’nın merkantilist sömürü-işgal ve arkasından
Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi hiç şüphesiz ki çok yönlü (ekonomik, politik ve askeri) neden ve sonuçları barındırıyor. Öncelikle şunu söyleyelim; Rusya’nın Suriye ısrarı Esed ısrarı değildir, bu ısrar, Doğu Akdeniz çıkışlarını, başta Güney Gaz Koridoru olmak üzere, güney enerji geçişlerini ve Halep-Lazkiye iktisadi çevrimini kontrol etmek içindir. Bizim burada üzerinde durmamız gereken husus, bütün bu nedenlerin doğrudan Türkiye ile ilintili olmasıdır.
Bu müdahalenin hemen BM Genel Kurulu sonrası olması da üzerinde durulması gereken bir ayrıntı.
Burada farklı yorumlar var; bunlardan birincisi Rusya ve ABD’nin yeniden iki kutuplu -Soğuk Savaş detantı- paylaşımı için anlaştıkları yönünde; bu yorumun, içinde bulunduğumuz ekonomik ve siyasi koşullar göz önüne alındığında, hayli zorlama olduğunu düşünüyorum. ABD’nin şu sıralar böyle stratejik bir kararı verecek homojen bir yönelimi yok. Bunu ekonomi tarafında da görebiliyoruz; Fed’in faiz artırma tartışmalarına baktığımızda bu tartışmaların basit teknik tartışmalar olmadığını görmek gerekir. Para politikası açısından şahin ve yüksek faize, dolayısıyla değerli dolara sırtını dayanan bir Fed, bize dünya jandarması bir ABD’yi
Türkiye için, belki tarihçilerin ileride en zorlu ve belirleyici yıllardan biri sayacağı 2014 yılının hemen başında, 11 Ocak tarihinde, ABD’de yayımlanan ve savunma sanayiinin referans dergilerinden biri olan Defense News dergisinde “Türkiye’nin Yeni Savunma Anlaşmaları” başlıklı bir yazı çıktı. Bu yazıda, Türkiye’nin başta Çin, Japonya, G. Kore ve Malezya olmak üzere Asya ülkeleriyle, savunma sanayii için flört ettiği vurgusu öne çıkıyordu.
Öte yandan Erdoğan’ın tam o tarihte Başbakan sıfatıyla yaptığı Japonya ziyareti sırasında teslim edilen TÜRKSAT 4A uydusunun üretiminin, her iki ülkenin ortaklaşa uzay çalışmaları için bir başlangıç olduğu, Türkiye’nin 2020 yılına kadar 16 uyduyu yörüngeye oturtmayı planladığı ve önümüzdeki beş yıl içinde Japonya ile yapılacak uydu sözleşmelerinin 2 milyar doları bulacağı da vurgulanıyordu. Aslında dergi, Erdoğan’ın Japonya ve Asya gezisinin sıradan bir diplomatik ziyaret olmadığına dikkat çekmek istiyordu.
Buna bağlı olarak, Türkiye’nin Japonya, Çin ve diğer Asya ülkeleriyle savunma sanayii kapsamlı serbest ticaret anlaşmaları imzalamaya başlaması da yazıda önemli bir ayrıntı olarak öne çıkıyordu.
Japonya ziyareti: Abenomics-Erdoganomics
Önümü
Şu sıralar, yalnız Türkiye için değil, bütün gelişmekte olan ülkeler için -Fed’in faiz artırmasıyla birlikte- pek de parlak olmayan günlerin geleceği birçok piyasa yorumcusunun ortak görüşü... Geçen gün bloomberght sitesinde Cüneyt Başaran şöyle yazdı:
“2002-2014 yılları arasında gelişmekte olan ülkeleri paraya boğan, Amerika, Avrupa ve Japonya’daki düşük faiz/ düşük getiri kıskacından çıkmak isteyen yatırımcıları Türkiye, Brezilya ve G. Afrika ile buluşturan aracılar oyundan birer birer çekiliyor. Ne Brezilya’nın ödediği yüzde 14 faiz ilgisini çekiyor yatırımcının, ne de Türkiye’nin yüzde 3 büyümesi gözleri kamaştırıyor.”
Başaran, düşen emtia fiyatlarının Brezilya, Rusya gibi ülkeleri “yatırımcı” açısından riskli haline getirdiğini, Türkiye’nin de siyasi riskinin öne çıkmaya başladığını söylüyor. Tabii,Cüneyt Başaran’ın analizi bize küresel sermaye piyasaları yöneten fonların şu andaki gerçeğini söylüyor; bu açıdan değerlendirmemiz gerekir. Bu analiz, -Başaran’ın yazısında da aktardığı- Templeton, Goldman Sach’s-Next Equity gibi hedge fonlar ve gelişmekte olan ülkelerdeki piyasa kırılganlığı üzerinden milyarlarca doları “indiren” bazı bankalar için gerçekçi bir analiz. Bu
Uzun yıllar oldu günlük yazılara başlayalı. Bunun bir sosyal bilimci için çok önemli bir fırsat ve şans olduğunun da farkındayım. Yazma serüveni, bana fırsatı ve şansı kullanmanın ve kendini okuyucuya kabul ettirmenin yolunun, şartlar ne olursa olsun, tutarlı bir çizgi izlemekten, gelişmeleri neden-sonuç ilişkileri ve tarihsel-güncel bağlamıyla ele almaktan geçtiğini öğretti. Okuyucu, özellikle ekonomi-politika okuyucusu, zaten olan biteni sizden iyi izler, ayrıntıları yakalar. Onu çarşı-pazar haberleri kesmez, bunun için ekonomi yazdım ama hiçbir zaman, fiyatlar, borsa vb “piyasa” yazıları kaleme almadım. Çünkü, ekonomi, sadece politikanın az yoğun halidir; doğrusu ekonomi değildir, ekonomi-politiktir. Bunun için bu yazılar ekonomi-politik yazıları olacak; öncekiler gibi...
Çok farklı mecralarda yazdım; dergiler, gazeteler... Olduğu gibi arşivlerde duruyor, isteyen web’de arama motoru marifetiyle bulabilir; bu yazılar, tarih ve veri güncellemesi yapılarak yeniden yayınlanabilecek kadar tutarlı bir çizgi izler. Demokrasiyi, rekabete dayalı adil, anti-tekel ve gelir dağılımının yoksullar lehine düzeltildiği bir ekonomiyi savunur ve bunun teorisini, ekonomi-politiğini de