Rusya ile Türkiye arasındaki uçak krizinin, belki bir iki yıl sonra ortaya çıkacak ekonomik ve politik gerçekleri hızlandırarak önümüze getirdiğini söyleyebiliriz.
Zaten böyledir; savaş hali ya da savaş haline yaklaşan sıcak politik süreçler zamanın akışını hızlandırır, gerçekleri örten ideolojinin ve onun hamasetinin üzerindeki yalancı örtüleri hızla aşağıya indirir.
Paris’teki İklim Zirvesi’nde Türkiye, tezlerini anlatma imkânını buldu, Rusya’nın S-400 füzelerini Lazkiye’ye konuşlandırmasının yalnız Türkiye’ye yönelik bir tehdit olmadığı anlaşıldı ve NATO’dan gelmesi gereken açıklamalar gelmeye başladı. Rusya, Ukrayna ve Kırım krizlerinde Batı karşısında adeta dokunulmazlığını ilan etmişti. Putin, Batılı liderlerle, “Hadi doğal gazdan vazgeçtiniz, peki odun ve kömürden de mi vazgeçeceksiniz, o da bende, Sibirya’da...” diyerek dalga geçiyordu. Ve hiçbir Batılı lider, Hitler’in yaptığını yapamayacağını, yani Sibirya’daki doğal kaynaklar için Rusya’ya saldıramayacağını -Putin kadar- biliyordu.
Bozulan hesaplar...
Rusya, uçak krizine değin, Batı’nın kriz hali sonucu oluşan “pat” durumunu çok iyi kullandı. Ukrayna krizi ve Kırım ilhakı bunun sonucu olarak gelişti.
Daha önce de yazdık;
Haftaya Türkiye gün-demi ile de iç içe geçen uluslararası iki önemli zirvenin tartışmasıyla başladık. Geçen hafta sonu gerçekleşen Türkiye-AB zirvesi ve Paris’te 147 ülke liderinin katılacağı İklim Zirvesi...
Aslında, iklim sorunları dediğimiz mesele, sanayileşmiş ülkelerin dünyayı yaşanmaz hale getirmesinden başka bir şey değil; böyle olunca dünyanın “ikliminin” sanayi devrimi öncesine dönmesi, ancak sanayi devrimiyle insanlığa dayatılan paradigmanın değişmesiyle mümkün olur. Dolayısıyla, tam da şu sıralar başta Ortadoğu olmak üzere, dünyanın bütün sıcak ve dondurulmuş çatışma alanlarını doğuran temel neden, sanayi devrimiyle ortaya çıkan enerji ve pazar kavgası değil mi? Ortadoğu’daki terörün kaynağı, bölgenin enerji kaynaklarının acımasızca yağmalanması ve bunun için bütün bu bölgede üç yüz yıla yakın bir süredir işbirlikçi yönetimlerin -diktatörlük ve oligarşik yönetim olarak- işbaşına gelmesidir. İklim Zirvesi’nde sanayileşmiş ülkeler, madalyonun bu yanını hiç ele almıyorlar; yapılan en radikal öneri, dünyayı tamamen karbon yakıtlardan temizlemek... Ama bunun için de enerjiye hiç ulaşımı olmayan ülkelerden başlanmasını öğütlüyorlar. Örneğin, 300 milyon insanın elektriğe
Yeni hükümetin açıklanması ve Rus uçağının sınır ihlaline bağlı olarak düşürülmesi aynı güne denk geldi. Böyle olunca 64. Hükümet, beklendiği gibi, gündemin tek ve en hararetli başlığı olmadı. Salı günü Ankara’da bu durumdan şikâyetçi olan bir hayli fazla Ankaralı gazeteci vardı; yani en azından benim konuştuğum gazeteci arkadaşlar bu “talihsiz” çakışmadan yakınıyorlardı.
Ben ise Rus uçağı meselesi olmasa bile yeni hükümetin pek öyle derin analizler yapılacak bir değişimi yansıttığını sanmıyorum. Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı halkın seçtiği tarihten itibaren belirlediği yolu, bu hükümetle birlikte, derinleştirerek devam edecek.
Ekonomide hiç şüphesiz ki yeni bir hikâyeye ihtiyacımız var; yeni bir büyüme ve kalkınma yolu, ekonominin her alanında ve ilgili kurumlarda gerekiyor. Burada eskinin devamında ısrar, yalnız bu ısrarı yapanlara değil, Türkiye’ye hatta bölgeye kaybettirir. Türkiye, 2012 ilk çeyreğinden itibaren patinaj yapıyor, Orta Vadeli Program öngörüleri ve buna bağlı olarak şekillendirilen para ve maliye politikaları, Türkiye’yi 2019’a taşıyacak ve içinde bulunduğumuz küresel siyasi ve ekonomik krizi aşmaya yetecek perspektifi ve araçsal donanımı sağlamıyor.
Bize göre
Son bir haftadır Suriye’de Lazkiye’nin hemen kuzeyinde Yayladağı ve Hatay’a yakın bölgede Bayırbucak Türkmenlerine yönelik bombardıman yalnız Suriye iç savaşında rejim karşısında duran Türkmenlere yönelik değildir. Tam o bölgede Türkmenlerin başına gelen, esasında Suriye iç savaşında Batı’nın ve daha sonra Rusya ve İran’ın nerede durduğunu, neyi amaçladıklarını anlatan ve bütün bu savaşı özetleyen çok önemli bir finaldir. Lazkiye yakınlarında Bayırbucak’ta savaşan Sultan Abdülhamit Tugayı Komutanı Ömer Abdullah, AA muhabirine şunları söylüyor: “Çok yoğun bombardıman altındayız; Rusya’nın yanı sıra İran güçleri ve Lübnan Hizbullahı’nın desteğiyle rejim, Bayırbucak bölgesine saldırılarına devam ediyor. Rus uçakları ve gemilerden atılan füzeler, tank, top ve havan atışlarıyla dayanılmaz bir bombardıman var. Kara harekâtının başlamasıyla yaklaşık bir aydır bombardıman arttı ancak son hafta daha da arttı.”
Abdullah, sonra “Biz Osmanlı torunlarıyız, bu toprakları bizden kimse alamaz” diyor. Son cümle cephede olan bir askerin moral ve ajitasyon yüklü mesajı olarak okunabilir ama bu cümle, esasında Suriye iç savaşının neden bu kadar uzadığını, bu savaşı isteyen ve sürdüren güçlerin, DEAŞ
Türkiye’yi 2019’a kadar götürecek hükümet yakında kurulacak... Önümüzdeki şu dört yılın yalnız Türkiye’nin değil, Avrasya dediğimiz büyük coğrafyanın da, içinde bulunduğumuz yüzyıldaki yolculuğunu belirleyeceğini söyleyebiliriz.
Bu açıdan AK Parti’nin bu yeni hükümeti tarihi bir misyonu omuzlamış olacak.
Burada birbirini tamamlayan iki önemli başlık var; ekonomi ve dış politika...
Başından beri şunu söylemeye çalışıyorum; ekonomide stratejik bir yöneliminiz olmazsa, küresel sermaye hareketlerinin üzerinde sörf yapmayı ekonomi yönetimi zannederseniz, dış politikada da stratejik yöneliminiz, derinliğiniz falan olamaz.
Ekonomi ve dış politikanın birbirinin içine bu kadar geçtiği başka bir dönem olmamıştır herhalde... Bunu şöyle anlatabiliriz; bölgesinde ve dünyada güçlü oyuncu ve belirleyici olacak ülkeler, ekonomide yeni dönemde özgün politikaları oluşturacak ve uygulayacak ülkeler olacaktır.
Le Monde Diplomatique’in Türkiye için yapılan baskısında Sergey Karaganov’un “Avrupa Krizi’nden Çıkmanın Avrasya Yolu” başlıklı yazısında bu durumu anlatan ilginç tespitler var; şöyle diyor Karaganov: “Rusya, rotasını Avrupa’nın kültürel ve ekonomik çizgisinden Avrasya’nınkine
Bugün Antalya G-20 izlenimlerimi yazmak istiyorum. Dün yayımlanan sonuç deklarasyonu beklendiği gibiydi; yani bir ortak mutabakat metni olduğu için, herkesin “sorun” olarak kabul ettiği başlıkları sıralayan ve bu sorunların çözümünü “umut” eden bir resmi metin... Dolayısıyla, bütün sonuç deklarasyonları gibi, temel ve tali çelişkileri, çekişmeleri ve bunların arkasındaki ekonomi politikayı size anlatmaktan uzaktı yine...
İşte bunun için ben, G-20’nin biraz perde arkasını yazayım istedim. Öncelikle gerek liderler arasında baş başa gerekse heyet ya da genel toplantılar olsun bütün oturumlarda Paris saldırısının izi vardı. Benim burada dikkatimi çeken önemli bir ayrıntı oldu; tamam saldırı Antalya’da önemli bir konu başlığı oldu ama saldırının büyüklüğünü anlatacak bir şok ve şaşkınlık hali de izlemedim ben.
“Bu tür saldırılar olacak bunları bekliyoruz”havası hakimdi sanki... Tabii ki böyle bir beklentiyi oluşturan ekonomik ve politik süreci görmemiz gerekiyor.
Yoksul ülkelerdeki sosyal ve ekonomik çarpıklığın, adaletsizliğin bir sonucu olarak buralarda kendini gösteren terör, Batı’nın başkentlerini vurmaya başladığında Batı, bu sorunu 9/11 sonrasında olduğu gibi, işgal ve
Yarından itibaren dünyanın gözü kulağı Antalya’da olacak. G-20 zirvesi, dünya siyasetini ve ekonomisi yöneten liderleri, kurumları Antalya’da bir araya getiriyor. Geçen yazımızda Türkiye’nin başkanlığının bir dönüm noktası olacağını söylemiştik; çünkü bir yıldır yapılan çalışmalar sonucu üretilen bilimsel ve idari çalışma metinleri, seçilen başlıklar ve ana tema bize bunu gösteriyor.
Bu anlamda Antalya’yı gelişmekte olan ülkelerin, bundan sonrası için, referans alacağı bir başlangıç ilan edebilir miyiz sorusunun cevabı bu hafta sonu ortaya çıkacak. Antalya’da kapsayıcı büyüme ana başlığı üzerinden ekonomik sorunlara yaklaşılacak.
Kapsayıcı büyüme kavramı, özellikle 2008 krizinden sonra, Dünya Bankası, BM Kalkınma Programı metinlerine girmiş bir kavram. 2008 krizinin, yalnız bir gelişmiş ülkeler finans krizi olmadığını, 1929 ekonomik krizinden daha yaygın ve kapsayıcı bir gelir dağılımı bozukluğunun sonucu olduğu gibi, bu gelir dağılımı bozukluğunu sürekli yeniden üreterek sürdürülemez bir yoksulluğa yol açacağını sistemin ideolojisini üretenler keşfetti.
Dolayısıyla, “Ekonomilerin büyümesinden biraz da yoksullar yararlansınlar ki başımıza sistemik bir dert almayalım” denmeye
Türkiye’nin G-20 Dönem Başkanlığı’nın finaline geldik. Bu hafta sonu Antalya’da yapılacak zirve birçok açıdan bir ilki barındırıyor. Türkiye’nin önderliği, gelişmekte olan ve yoksul ülkelerin kapsayıcı büyümesine odaklanıyor ve bununla ilgili birçok temel başlığı zirvenin gündemine taşıyor. Örneğin, G-20 Enerji bakanları, G-20 tarihinde ilk defa kapsayıcı enerji işbirliği konusunda anlaştı. Bu, enerji paylaşımının birkaç ülkenin tekelinden çıkması ve kaynak ve fiyat mekanizmalarının gelişmekte olan ülkeleri de hesap ederek yeniden oluşturulması anlamına geliyor.
Tabii bu başlığın bu şekliyle G-20’nin gündemine gelmesi, Türkiye’nin, yaklaşık beş yıla yaklaşan bir süre içinde Irak ve Hazar bölgesi enerji kaynaklarını yeniden bölge ülkelerinin çıkarları doğrultusunda değerlendirme iradesinin bir sonucudur.
Zirveler ve çıkarlar...
En son geçen seneki Avustralya-Brisbane zirvesi başta olmak üzere, bütün G-20 zirvelerinde büyüme konuşulmuştur. Geçen sene Brisbane’de ülkelerin büyümeleri için bir eylem planı ortaya çıktı. Bine varan reform başlığı üretildi. Sonuç ise şu oldu; önümüzdeki beş yılda, G-20 ülkelerinde ortalama yüzde 2.1 seviyesinde bir büyüme gerçekleşebilir. Yani IMF ve OECD