Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu’na ilişkin ilk değerlendirmelerimi pazartesi günkü yazımda ele almıştım. Rapora ilişkin değerlendirmelerime Türkiye ile devam ediyorum. Türkiye bu yıl endekste 146 ülke arasında 127. sırada yer aldı. Ekonomik katılım ve fırsat eşitliği açısından Türkiye’nin sıralamadaki yeri 133, sağlık ve hayatta kalmada 98, eğitimde başarıda 90 ve siyasal katılım ve güçlenmede ise 114.
Adil bir dünya için
Giderek daha karmaşık sorunlarla karşı karşıya kalan bir dünyada, cinsiyet eşitliği kadınlara daha iyi yaşam şansı veriyor. Raporda yer alan Dünya Bankası tahminine göre, siyaset ve iş dünyasındaki uçurumların kapatılması, daha adil karar alma ve daha iyi büyüme anlamına geliyor. Daha iyi büyüme de küresel gayri safi yurt içi hasılada (GSYH) %20’lik bir artış sağlayabilir.
Aradaki farkın daha büyük olduğu gelişmekte olan ülkelerde yatırım yapılması gerekiyor. Mevcut hükümet harcamaları temel alındığında, 2030 yılına kadar cinsiyet eşitliğine ulaşmak
Dünya Ekonomik Forumu tarafından her yıl yayınlanan Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu’nun 2024 yılı versiyonu yeni yayınlandı. Raporda yer verilen sonuçları ben de her yıl köşemde değerlendirmeye çalışıyorum. Bu yılın raporuna göre, cinsiyet eşitliğine ulaşmak 134 yıl sürecek. Yani, cinsiyetler arasındaki uçurumun ortadan kaldırılabilmesi için insan ömründen daha uzun süreye ihtiyaç var.
Küresel uçurum kapanmıyor
Geçen yıla kıyasla, raporda ölçülen dört boyutta cinsiyet eşitliğine ulaşma yönünde çok az ilerleme kaydedilmiş olduğu görünüyor. Raporda yer alan verilere göre, bu yıl endekste yer alan 146 ülkenin tamamında Küresel Cinsiyet Uçurumu %68,5 oranında kapanmış. Mevcut ilerleme hızı dikkate alındığında, tam eşitliğe ulaşmak 134 yıl sürecek, yani ancak 2158 yılında gerçekleşebilecek. Bu da yaklaşık beş nesil sonrası anlamına geliyor.
Nasıl hesaplanıyor?
Bu yıl 146 ülkenin cinsiyet eşitliğindeki ilerlemeye göre sıralandığı Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’nde, ekonomik katılım ve
Türkiye’de nüfus yapısında değişimle birlikte yeni sosyal politikalara ihtiyaç doğduğundan bir önceki yazımızda bahsetmiştik... TÜİK verilerinin detaylarında geliştirilmesi gereken sosyal politikalara ilişkin önemli ipuçları var. Bunlardan ilki, en az bir yaşlı bulunan hanelerin yüzde 25.8’inde yaşlı birey tek başına yaşıyor. 1.669.270 yaşlı tek başına hayatını sürdürüyor.
TÜİK’in geçtiğimiz hafta yayımladığı diğer önemli verinin kaynağı olan yaşlı nüfusun profiline dair araştırmasından, alışverişini kendi yapabilen yaşlıların oranının yüzde 55.1, kendi başına banyo yapabilen yaşlıların oranının ise yüzde 86.5 olduğu görülüyor. Dolayısıyla tek başına yaşayan ve alışveriş, banyo gibi ihtiyaçlarını gideremeyen yaşlı sayısının önemli bir oranda olması söz konusu.
Bu durumdaki yaşlılarımıza yönelik sosyal politikaların geliştirilmesi çok önemli. Ayrıca eşi vefat etmiş yaşlı kadınların oranının, eşi ölmüş yaşlı erkeklerin dört katı olduğu verisi TÜİK tarafından paylaşılmış. Bu durum geride kalan dul eşlerin hem
Türkiye’nin doğurganlık hızındaki düşüş ve nüfusun yaşlanması, gelecekte karşı karşıya kalınacak sosyal ve ekonomik zorlukların habercisi. Bu sürecin etkilerini en aza indirmek için, proaktif ve bütüncül yaklaşımlarla toplumsal politikaların şekillendirilmesi gerekiyor. Bu sayede, yaşlanan nüfusun getireceği zorlukların üstesinden gelebilir ve sürdürülebilir bir demografik yapı oluşturabiliriz.
TÜİK son dönemde iki önemli rapor yayımladı. İlk rapor 65 ve daha yukarı yaştaki nüfusun toplam nüfus içerisindeki payına dair çok önemli veriler ortaya koyuyor. 2018 yılında 65 yaş ve üstü nüfus 7.186.204 kişi iken 2023 yılında bu rakam 8.722.806 kişi oldu. Yani beş yıllık süreçte artış yüzde 21.4 oldu. 65 yaş ve üzeri nüfus yaşlı olarak kabul ediliyor. Yaşlı nüfusun toplam nüfus içerisindeki payı 2018 yılında yüzde 8.8 iken 2023 yılında bu oran yüzde 10.2’ye yükseldi.
Tarihi zirveye çıktı
Yaşlı nüfusun toplam nüfus içerisindeki oranı tarihin en yüksek seviyesine
Bayramı kutladığımız bu günde, azımsanmayacak bir kitle çalışmaya devam ediyor. Bayramda çalışmanın şartları kanunla düzenlenmiş durumda. Ulusal bayram ve genel tatil günlerinde işçiler çalışmaksızın ücrete hak kazanıyorlar. Çalışmaları halinde çalışmaksızın hak kazandıkları ücrete ek olarak, o günün ücretini de ayrıca alıyorlar. Bununla birlikte birçok işveren bayramda çalışmanın psikolojik yükünü öngörerek, ücrete ek izin verme yoluna gidebiliyor. Bununla birlikte ek ücret ödenmeden izin verilmesi kabul edilmiyor. Çalışanların aklında genellikle aynı soru bulunuyor. İşveren bayramlarda çalışmaya zorlayabilir mi?
İzin zorunluluk mu?
İş Kanunu’na göre çalışanların bayram tatillerinde izin kullanmaları bir zorunluluk değil. Kanun yapılan işlerin niteliğinin farklı olabileceğini, bayramlarda çalışmanın bir zorunluluk olabileceğini düşünerek bayram çalışmalarını serbest bırakmıştır. Fakat çalışanların bayramlarda çalıştırılabilmeleri ancak kendilerinin verdikleri onaya bağlı tutulmuş
Bugün okullar kapanıyor. Pek çok gencimiz yoğun geçen bir yılın sonunda karnelerini alacak ve yaz tatili başlayacak. Lise son sınıf öğrencileri için ise her yıldan farklı bir heyecan söz konusu. Geçtiğimiz hafta Yüksek Öğretim Kurumları Sınavı’na girdiler ve sınav sonuçlarını bekliyorlar. Dolayısıyla öğrencilikleri son buldu. Aynı şekilde üniversitelerden mezun olan son sınıf öğrencileri için de öğrencilik evresi geride kaldı. Öğrenciliğin bitmesinin sosyal güvenlik sistemi açısından bir önemi var. Sağlık hizmetlerini anne – baba üzerinden alma konusunda öğrenime devam etmek ve yaş, iki temel şart. Ancak gençlerin endişe etmesine gerek yok, yaş sınırını geçmedikleri sürece öğrencilikleri bitmiş olsa da 2 yıl ücretsiz sağlık hizmetlerinden yararlanabilirler.
2016’da yapılan değişiklik öncesi liseden ya da üniversiteden mezun olan gençler mezuniyet sonrasında ebeveynleri üzerinden sağlık hizmeti almaya devam edemiyorlardı. Burada, yaş sınırı ve eğitime devam etme koşulu nedeniyle gençlerin
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından düzenlenen 112. Uluslararası Çalışma Konferansı için Cenevre’deydim. Bu toplantılara mümkün olduğunca katılmaya çalışıyorum. Hükümet, işçi ve işveren temsilcilerimiz bu konferansta geçen bir yılın hesabını kendi cephelerinden verirler. Diğer ülke temsilcileri sorularını sorarlar. Bir çeşit çalışma yaşamı buluşmasıdır.
14 Haziran’a kadar sürecek olan, 187 üye devletinden işçi, işveren ve hükümet delegelerinin taraf olduğu 112. Uluslararası Çalışma Konferansı’nda, temel çalışma ilkeleri ve hakları üzerine değerlendirmeler yapılıyor. Ayrıca, insana yakışır iş ekseninde bakım ekonomisi hakkında da görüş alışverişinde bulunuluyor.
112.Uluslararası Çalışma Konferansı’na Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Prof. Dr. Vedat Işıkhan’ın yanı sıra işçi ve işveren örgütlerini temsilen Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Özgür Burak Akkol, Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan,
İş sözleşmesinin taraflarca anlaşarak sona erdirilmesi yaygınlaşıyor. Fakat bu durum yargı tarafından şüphe ile karşılanıyor. Bunun temeli de işçinin iş güvencesine sahip olduğu bir durumda bu güvenceyi göz ardı ederek anlaşma ile iş ilişkisinin sona ermesinin hayatın olağan akışına aykırı olması. Hukuk dilinde ‘ikale’ olarak geçen bu sözleşmeler de bütün sözleşmelerde olduğu gibi ancak tarafların iradelerinin uygun olmasıyla kurulabilir. Bunun anlamı günümüzde çok karşılaştığımız gibi işverenin sözleşmeyi imzalaması aksi takdirde kendisine iftira atıp haklarını hiç vermeden işten çıkaracağına ilişkin tehdidine karşı işçinin bu sözleşmeyi imzalamak zorunda kalmasının hiçbir anlam ifade etmeyeceğidir. Burada çalışanın özgürce karar verdiği bir durum olmadığından yapılan sözleşme de geçersizdir. Çalışanlar yine de dava açıp haklarını isteyebilirler.
Bu durumda sözleşmeye rağmen yapılan işverenin feshi olarak kabul edilir ve çalışan bütün haklarını alabilir. Akla bunun ispatının ne kadar