Ocak ayı yaklaştıkça emeklilerin zam oranı konusunda beklentileri oluşuyor. Yılda 2 kez maaşlarına zam alan emeklilerin zam oranları emekli oldukları statüye göre belirlenir. SSK ve Bağ-Kur’lular için enflasyon oranları, memurlar için ise toplu sözleşme belirleyicidir.
2 yıldır refah payı düzenlemesi, ek ikramiye ödenmesi ve en düşük emekli aylığı rakamının artırılması düzenlemeleri ile enflasyon oranının üzerinde artış sağlanarak emekli aylıklarının satın alma gücü korunmaya çalışılıyordu. Bu yıl da memur ve memur emeklileri ile SSK ve Bağ-Kur emeklileri arasındaki farkın kapatılması ve 12.500 TL olarak ödenen en düşük emekli aylığının artırılması konuları bu çerçevede gündeme gelecek gibi gözüküyor.
1. SSK Emeklisi: SSK emeklileri kural olarak son 6 aylık enflasyon oranında maaşlarına zam alıyor. Temmuz ayında ocak – haziran döneminde gerçekleşen enflasyon oranı kadar SSK emeklisinin maaşı zamlanıyor. Bu yıl şu an için yüzde 12.06 olarak gerçekleşen temmuz – ekim dönemi enflasyonu sonrası kalan 2
Nitelikli işgücünün oluşturulması eğitim kurumlarının yanı sıra işyerinde verilen eğitimlerle de sağlanmaktadır. İşverenin ihtiyacı olan becerileri kazandırmak amacıyla verdiği eğitimlerin, kimin tarafından karşılanması gerektiği tartışma konusu olmaktadır. Çünkü verilen bu eğitimler işçinin işgücü piyasasında başka işveren yanında çalışmasını da mümkün kılmakta, eğitim sonrası rekabet gücü yüksek olan işçi başka bir yerde kolaylıkla muhtemelen daha yüksek ücretle iş bulabilmektedir. Bu nedenle işverenler bu tür eğitimlerin ücretinin işçi tarafından karşılanmasını veya asgari bir çalışma taahhüdü vermesini isteyebilmektedir. Doğrudan işçinin eğitim bedelini karşılaması ile asgari çalışma taahhüdünü birbirinden ayırmak gerekmektedir. İşçinin doğrudan eğitim bedelini karşılaması genellikle eğitimin belirli unvanlar kazandırdığı, işin yapılmasından daha çok kişinin bir nitelik kazandığı durumlarda ortaya çıkmaktadır. Asgari çalışma taahhüdü ise doğrudan işverenin işine yönelik
Hayat Nasıl? Raporunun 2024 yılı versiyonu Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı (OECD/) tarafından geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Rapor, bireylerin refah düzeyini ve sürdürülebilir bir geleceğin inşa edilip edilmediğini irdeleyen kapsamlı bir değerlendirme sunuyor. Rapor, sayfalarında sakladığı verilere dikkatlice bakanlar için basit bir durum tespitinden çok daha fazlasını ifade ediyor. Bu bakımdan, adeta bir alarm zili çalıyor: Refahın ekonomik ve ekonomik olmayan boyutları arasında derin uçurumlar oluşuyor, krizler yaşam kalitesini zedeliyor ve geleceği tehdit eden sürdürülebilirlik sorunları her geçen gün daha da belirginleşiyor.
Bugünkü yazımda, rapordaki kritik değerlendirmeleri ele almaya çalışacağım.
Yüksek konut maliyetleri
COVID-19 salgını ve hayat pahalılığı krizi, dünya ekonomisini sarsarken hükümetlerin aldığı önlemler sayesinde gelirler ve istihdam oranları beklenenden daha dirençli çıktı. Hatta, OECD ülkelerinin büyük çoğunluğunda ortalama gelirler reel olarak COVID-19 öncesi seviyelerini
Asgari ücret çalışma hayatının en önemli gündem maddesi haline geldi. Aralık ayı itibarıyla komisyonun göreve çağrılması bekleniyor. Ancak bu yıl Aralıktan önce konu gündeme geldi. Artış oranı ile ilgili tahminler ve görüşler sunulmaya başlandı. Ancak miktar kadar önemli olan istihdamdaki dengenin korunması.
Yılsonu yaklaşınca şirketler yeni yılın bütçesini yapar. Bütçenin en önemli belirleyicisi de asgari ücrettir. Çünkü çalışma hayatında asgari ücret çok önemli bir parametredir. Yalnızca asgari ücret üzerinden işçi çalıştıran işverenler açısından değil, borçlanma yapacaklardan, taksicilere kadar asgari ücret pek çok kişi için belirleyicidir. Şirketlerin bütçeleri açısından asgari ücretin maliyeti önemli. Dolayısıyla yüzde 50’ye yakın gerçekleşmesi beklenen artış sonrası asgari ücretin işverene maliyetinin aynı oranda olmamasını sağlayacak miktarda bir destek beklentisi söz konusu.
Hassas bir denge
Asgari ücret belirlenirken
Kısmi süreli yani haftalık çalışma süresinin normal haftalık çalışma süresine göre önemli ölçüde az belirlendiği sözleşmelerdir. Kural olarak haftalık çalışma saatinin 30 saat ve altında olduğu sözleşme türüdür. Çağrı üzerine çalışma sözleşmesi ise yine haftalık çalışma süresi 30 saatin altında olmak şartıyla, normal kısmi süreli sözleşme gibi haftalık sabit süreli değil, işverenin işgücü ihtiyacına uygun şekilde haftalık farklı süreler belirleyebildiği sözleşmedir. İşveren işçinin ne zaman ne kadar çalışacağını ihtiyacına uygun olarak belirleyebilmekte buna uygun ücret ödemektedir.
Çağrı üzerine çalışma sözleşmesi kısmi süreli iş sözleşmesinin özel bir türü olduğundan, kısmi süreli sözleşmenin kurallarına tabi. Dolayısıyla çağrı üzerine çalışma sözleşmeleri de aynen kısmi süreli sözleşmelerde olduğu gibi haftada en fazla 30 saat çalışmayı öngörebilecektir. 30 saatin üzerine çıkan
Geçtiğimiz haftalarda, yabancı çalışma izni değerlendirme kriterlerinin güncellendiğini kaleme almıştım. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, üst politika belgelerinde çizilen çerçeve, sektörel ve mesleki analizler, sektör temsilcilerinin talepleri, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşleri, idari kayıt ve veriler dikkate alınarak ihtiyaçlar doğrultusunda yabancı çalışma izinleri kriterleri güncellenmişti. Bakanlığın, konuya ilişkin çalışmaları belli ki devam ediyor. Öyle ki, 15 Ekim 2024 tarihinde yayımlanan Resmi Gazete ile birlikte Uluslararası İşgücü Kanunu Uygulama Yönetmeliğinde önemli değişiklikler yapıldı. Bugünkü yazımda söz konusu yönetmelik değişikliklerini kaleme almaya çalışacağım.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yapılan yönetmelik değişikliğinin temel amacı, Türkiye’de yabancı işgücünün kayıtlılığını artırmak ve Türkiye’nin kalkınmasına katkı sağlayacak mesleklerde çalışacak nitelikli yabancıların çalışma izni
Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası’nın (MESS) Olağan 51. Genel Kurul toplantısı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla İstanbul’da yapıldı. Ben de bu toplantıya katılanlar arasındaydım. Endüstri ilişkileri sistemimiz içerisinde işçi ve işveren sendikalarımızın toplantılarına genellikle iştirak ederim, nitekim bu toplantılarda tarafların talepleri dahil olmak üzere genel atmosfer hakkında birçok bilgi edinmek mümkün olur.
Kadın ve genç işgücü
MESS’in 65 yıllık tarihinde ilk defa bir Cumhurbaşkanı Olağan Genel Kurul toplantısına katıldı. Bu MESS Genel Kurulu’nun en dikkat çekici yönlerinin başında geliyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu toplantıda önemli tespitlerde bulundu. Bu tespitlerden belki de en önemlisi, “İşçi olmadan işveren olmaz. İşveren olmadan işçi olmaz. Devlet olmadan hiçbiri olmaz” ifadesiydi. Cumhurbaşkanı, işgücü piyasamızda özellikle pandemi sonrası hızlı bir toparlanmanın sağlandığını, özellikle kadın ve genç işgücünün istihdamına yönelik politikalarının devam
Genel sağlık sigortası hayata geçtikten sonra Türkiye’de ikamet eden herkes genel sağlık sigortalısı olmuştu. 2012 yılından bu yana uygulanan genel sağlık sigortası, sağlık hizmetlerinin kapsamını nüfusun tamamına yaygınlaştırdı. Çalışanların genel sağlık sigortası primleri işverenleri tarafından ödeniyor. Emekliler ve SGK’dan malullük, dul ve yetim aylığı alanlar ise prim ödemeden sağlık hizmetlerinden faydalanıyorlar. Bunun dışında işten ayrılanlar ve eşleri üzerinden sağlık hizmeti alan kişiler de eşlerinin ölümü sonrası bir müddet sağlıktan ücretsiz yararlanma hakkına sahipler.
Genel sağlık sigortasının hayata geçmesi ile birlikte gelir testi ile tanışmıştık. Gelir testi ilk etapta genel sağlık sigortasına ödenmesi gereken prim miktarını da belirlemek için kullanılıyordu. Yapılan değişiklik sonrası genel sağlık sigortası primi sabitlenince gelir testi yalnızca primin kim tarafından ödeneceğini belirlemek için yapılmaya başlandı. Kişinin hiçbir sosyal güvencesi yoksa ve 2024 yılı için yaşadığı hane içerisinde kişi başına düşen gelir