O belalı 1915 yılı... Adapazarlı bir Ermeni tütün eksperinin kızı olan Knar Bağdasaryan, ailesini “büyük kıyım”da kaybetmiş.
Ahıska doğumlu Gürcü eşi Mişa Aznavouryan’la o kıyametin ortasında zar zor İstanbul’a ulaşıp bir İtalyan gemisine kapağı atmışlar.
Daha doğrusu Knar güverteye çıkmış; Mişa, yolunu kesen bir asker yüzünden binememiş.
“Her şey bitti” diye düşünülürken kaptan imdada yetişmiş. “Gemi uluslararası bölge sayılır. Yolcumu engelleyemezsiniz” demiş.
Bunun üzerine Mişa’ya da izin verilmiş.
Gemi, Ermeni ve Rum yolcularını Selanik’e taşımış.
Knar ile Mişa’nın orada bir kızları olmuş.
Kendilerini kurtaran İtalyanlara şükran ifadesi olarak kızın adını “Aida” koymuşlar.
Sonra Marsilya üzerinden Paris’e geçmişler. “Amerikan hayali”ne dalıp vize için başvurmuşlar. Uzun bekleyiş sırasında Paris’e ısınmışlar. Vize çıktığı halde Fransa’da kalmaya karar vermişler.
İkinci çocukları orada doğmuş.
Oğlanın adını “Şahnur” koymuşlar. Ancak doğumevindeki hemşire ismi yazmakta zorlanmış:
“Charles (Şarl) size uyar mı? Daha medeni bir isim” demiş.
Kabul etmişler.
Ve çocuğun adı kayda işlenmiş:
Charles Aznavour...
* * *
İşte o Charles Aznavour, annesiyle babasının sürgününe neden olan olayları da içeren bir büyük uzlaşmanın imza töreni için Zürih’teydi.
Paris’te baba mesleği şarkıcılığı sürdürüp sesiyle sivrilmiş, sonra sinemaya geçmiş ve dünya çapında şöhrete kavuşmuştu.
Ermeni diasporasının saygı duyduğu bir isimdi, ama “Türk düşmanı” olmadı.
“Soykırım olmasaydı, Türkiye’nin dünyaca ünlü bir şarkıcısı olacaktım” dedi.
Anılarında (“Geçmiş Zaman Olur ki”, Aras, 2005) şöyle yazdı:
“Annemle babamın modern Türkiye’yi küçümseyip kötülediğine hiç tanık olmadım. Bize hiçbir zaman Türk halkına karşı kin aşılamadılar. Tam tersine, Türkiye’nin güzel bir ülke, kadınlarının çok alımlı, mutfağının Ortadoğu’nun en iyi mutfağı olduğunu ve temelde bu halkla aramızda çok benzerlik bulunduğunu söylediler hep... Soykırım olmasaydı, -ya da en azından tanınmış olsaydı- bu anlaşmazlık bizim ikinci-üçüncü kuşağın belleğinde bu kadar derin yer etmezdi.”
Aznavour, aynı kitapta “katliamı anma törenlerine asla katılmadığını, Karabağ’a silah göndermediğini, diplomasiye inancını hiç yitirmediğini” de yazıyor.
* * *
Tarihle talihin kesiştiği nokta...
Ermenistan Cumhurbaşkanı, “diplomasiye inanan” Aznavour’u İsviçre Büyükelçisi olarak atayınca, 85 yaşındaki ünlü sanatçı hiç hesapta yokken tarihi protokolün imzasına tanık olma (hatta neredeyse imza atma) noktasına geldi.
Yarın Aznavour, Kültür Bakanlığı’nın resmi davetiyle anababasının kaçarak terk ettiği Türkiye’ye konsere gelebilir.
Bakarsınız ASALA saldırısında yakınlarını kaybetmiş bir Türk diplomatı Erivan’a elçi tayin edilebilir.
“Büyük kıyım”ın 100. yılında iki halk, elbirliğiyle eski bir kinin yerine ondan daha eski bir dostluğu yeşertebilir.
İşte o zaman, Aznavour’un kitabında “Türk dostuna” hitaben yazdığı şiir gerçek olur:
“Kardeşim!/
Çıkarmaya karar verseydin/
yüreğimdeki dikeni/
senin ayağındaki de yok olur giderdi.”