Aşkta olduğu gibi milliyetçilikte de bağlılığı test etmenin sağlam bir yolu vardır:
Kapıları açmak...
Malum sözdür;
"Bırakın gitsin. Dönerse sizindir; dönmezse zaten hiçbir zaman sizin olmamıştır."
Şimdi Rum tarafı, Kıbrıslı Türklere pasaport verecek diye yürekler Selanik...
Bunun "Kuzey Kıbrıs’ı yok etmeye yönelik bir komplo" olduğu söyleniyor.
Niye ki?
Bir cennet ada yaratmış ve halkını sevgiyle yaşatmışsanız, niye kaçmak için düşman bellettiğiniz komşunun kapısına yığılsın ki?
***
Komikliğe bakın:
Türkler, aslında kendilerini Rumlardan korumak için kurulan yeşil hattı aşıp Rumlara kaçacak diye korkuluyor.
Bu gidişle "Karşıdakiler girmesin" diye sınırı bekleyen asker, "Buradakiler gitmesin" diye yüzünü içeri çevirecek.
Kendine güvenen bir devlet, - hele ki hep misilleme mantığıyla düşünmeye alışmışsa - "Öyleyse ben de Kıbrıslı Rumlara pasaport veriyorum" demez mi?
Der de, bu Küba’nın, "ABD yurttaşlarına pasaport veriyorum" demesine benzer ve komik olur.
İşin aslını geçen gün "Manşetöte Toplumcu Kurtuluş Partisi milletvekili Mustafa Akıncı şöyle özetledi:
"Beşparmak dağlarına dünyanın en büyük bayrağını dikebilirsiniz, ama Ada halkının kalkıp gitmesini engelleyemezsiniz. Kutsal davaların sınırı bir yere kadardır. Sonra ekmek savaşı başlar."
***
Hamasetin bittiği yer işte burası!..
Ne yazık ki, bayrakların heybetini ufalıyor rakamlar:
Güneyde kişi başına düşen milli gelir 16 bin dolar...
Kuzeyde 3 bin dolar...
Dolayısıyla kapılar açılırsa toplumların fizik yasası işleyecek ve kuzeyden güneye göçü durdurmaya, ne Beşparmak dağlarındaki bayraklar ne de vatanperver nutuklar yetecektir.
Doğu Berlin’de de, rejim aslında soğuk savaş döneminde duvardan atlamaya çalışan mülteci görüntüleriyle bitmişti. Geri kalanı, müflis bir idarenin can çekişmesiydi ve hayli uzun sürdü.
Yakında Denktaş, kimsenin tanımadığı bir devlette, ahalisiz bir köy muhtarı gibi tek başına kalırsa şaşmamalı...
***
Yoksa istenen de bu mu:
Çözümden umudu kalmayan, karnının doyduğu yeri vatan sayan ve nüfusu gittikçe azalan ada halkının yerine Türkiye’den "halk taşımak" ve iltihakı zorlayıp tahakkümü kolaylaştırmak...
Öyleyse bile sorun bitmiyor. Çünkü anketler gösteriyor ki, Türkiye’de de durum farklı değil. Gençlerin büyük çoğunluğu gözünü dışarı dikmiş, istikbalini başka diyarlarda arıyor. Kıbrıs’a olsa olsa, oradan Batı’ya açılan bir kapı bulma umuduyla gideceklerdir.
Demem o ki; bir devlet çözümsüzlükle yoksulluk vaat ederek ve aba altından sopa göstererek halkını toprağa bağlayamaz.
Çare, karşılıklı sevgiye, akla ve güvene dayanan vaatkar, sağlıklı bir ilişki kurmaktır.
Ancak o zaman kendine ve karşındakine itimat edebilir, "Nasılsa sonunda bana döner" özgüveniyle kapılarını her daim açık tutabilir.
Aşkta olduğu gibi milliyetçilikte de böyledir bu...