Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları

 Tarihin tekerrürü: 12 Mart’ta yine gözaltına alınmıştı İlhan Selçuk... Dönemin ünlü işkence karargahı Ziverbey Köşkü’ne götürülmüştü.
O zamanki savcı, kendisinin “Marksist, Leninist hatta Maoist” olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu.
Bunu kanıtlamak için de Cumhuriyet’teki yazılarından örnekler çıkarıp okuyor, “Bak ne yazmışsın” diyordu.
Devrim dergisi çevresinde bir cunta oluşturmakla suçlanıyorlardı; Madanoğlu liderliğinde iktidarı devirecek, devleti ele geçirecek ve ülkeye komünizmi getireceklerdi.
Köşk’ün her yanından işkence sesleri geliyordu. Haykırışlar, dayak sesleri...
O da dövülmüş, falakaya yatırılmış, sonra tabanları patlamasın diye ilaçlı sularda yürütülmüştü.
Şimdi yatağına zincirliydi.
Başucundaki komodinin üzerine bir kağıtla kalem bırakılmıştı; ifadesini yazması için... 
İstedikleri ifade yazsa inançlarından taviz vermiş olacaktı.
Yazmasa, işkencenin dozu artacaktı.
Hücresinde ne yapacağını düşünürken aklına dahiyane bir fikir geldi:
“Akrostiş...!”

Haberin Devamı

Baş harflerdeki sır

Hani vardır ya, çocukken karaladığımız:
“Seviyorum hem de kimi /
En tatlı birisini /
Nasıl söyleyim sana /
İlk harflere baksana” diye yazılmış şiirler, her mısraın baş harflerinden anlamlı sözcükler oluştururlar; şimdi o da ifadesinin içine gerçek durumunu akrostiş olarak yerleştirecekti.
Hemen bunun üzerinde çalışmaya başladı.
Ama her cümlenin baş harfleriyle sözcükler türetmek tehlikeliydi; tecrübeli sorgucularca anlaşılabilirdi.
Onun için başka bir yöntem buldu:
Her cümlenin sondan ikinci sözcüğünün baş harflerinden bir akrostiş oluşturacaktı.
Kolları sıvadı. Ve uzun bir ifade yazdı.
Şimdi elinize kalemi alın ve bu ifadeden aşağıya alacağım  cümlelerin sondan ikinci sözcüklerinin baş harflerini alt alta yazıp, İlhan Selçuk’un mesajını çıkarmaya çalışın:

Akrostişli ifade  

“12 Mart’a doğru Türkiye iflasa gidiyordu. Demirel iktidarı giderek yoğunlaşan şaibe altındaydı. Üniversiteli gençler sokaklarda, meydanlarda, hatta üniversite binalarının çatıları altında katl ediliyorlardı. Devletin bütün güçleri, aydınları, askerleri, yargıçları, sorumluları, sağduyu sahipleri endişe içindeydiler. Gidiş normal değildi. Anayasa çerçevesi ve yönelişlerine göre davranmak isteyen devlet memurları ve sorumlularına siyasi iktidar adeta ceza tertipliyordu. Siyasi iktidar aydın yazarları ezmek amacındaydı. Toplum yaşamında Anayasa uygulanmıyordu. Bazı çevrelerde bir ordu müdahalesi lüzumlu görülüyordu. Politikacı topluluğu şuursuzdu. Memleketseverler ıstırap çekiyorlardı.
Bu durumda ne yapılmalıydı? Önce bir fikir dağınıklığı vardı. Tek çıkar yolu, Atatürkçülükte görüyorduk. Ancak Atatürkçülüğü günün koşullarına göre derinliğine ve genişliğine bütün boyutlarıyla yorumlamak gerekiyordu. İşte Devrim dergisi bu ihtiyaçtan doğdu. Ancak dergi çıkarmaya yetecek para bulmak, gerçekten mesele idi.”  

Haberin Devamı

Türk demokrasisinin şiiri

Türk siyasi tarihine kanlı harflerle kazınan bu buluş, kendisinden istenen ifadenin içinde “İşkence altındayım” mesajı veren Selçuk’u önce zincirlerinden kurtardı, sonra da Ziverbey’den...
Mahkemede savunmasını yaparken bu yöntemi açıklayarak, ifadesinin işkence altında alındığını belgelemiş oldu.
Sonunda beraat etti. Ünlü akrostiş formülünü de yıllar sonra “Ziverbey Köşkü” kitabında açıkladı (Çağdaş Yayınları, 1987).
Türk demokrasisinin şiiri budur işte.
O demokrasi, 35 yıl sonra İlhan Selçuk’a yeniden akrostiş yazdıracak gibi görünüyor.
Sadece aşk şiirlerinde akrostiş kullanacağımız günlerin özlemiyle...

Haberin Devamı

İLHAN SELÇUK

“Biz hep kuşatma altında olduk”

İlhan Selçuk, Cumhuriyet gazetesi eski tarihi binadan ayrılıp yeni binasına taşınmadan önce, Nebil Özgentürk’e gazetenin tarihini anlatmış, o arada baskılara da değinmişti.
İşte o röportajdan bir bölüm:
“Cumhuriyet Gazetesi hem milli kurtuluş savaşına katılmış hem sonra aydınlanma devriminin gazetesi olarak ortaya çıkmıştır. Böyle bir gazete, yeryüzünde yok.
Cumhuriyet, hep Atatürk’ün aydınlanmasının gazetesi olmuştur. Biz de hep iliklerimize kadar hissettik ki, bu, Atatürk’ün kurduğu gazetedir ve bu gazetede çalışmanın özel bir anlamı, onuru vardır. Meşaleyi böyle taşımak, bizim hayatımızın görevi ve işlevi oldu.
Tabii bu bahçede çok şey yaşanmıştır: Basılmalar, kapatmalar, açılmalar... Cumhuriyet’e karşı hep bir kuşatma olmuştur. Ama o olayları hep Cumhuriyet okurları sayesinde aştık.”

CEMAL SÜREYA’NIN KALEMİNDEN

“Toplumun öcünü komaz”

“İlhan Selçuk bir etikten, daha doğrusu etik olmasını istediği bir şeyden çıkmıştır. İdeoloji planında durduğu yer zaman içinde değişti. Ama çıkış noktası değil, vardığı nokta, kazandığı işlev önemli.
Selçuk görüşlerini her an her fırsatta her biçimde savundu. Bu uğurda 12 Mart döneminde Cemal Madanoğlu ve Doğan Avcıoğlu ile birlikte tutuklandı.
Her şeyi anlatabilen, yalın görgülü, sağlam bir Türkçe’si var. Çoğunca mizah öğelerinden yararlanır. Önermekten çok, soru sorar, eleştirir. Mizah da yüzde yüz eleştirinin silahı olarak ortaya çıkar. Bu yüzden büyük ölçüde yergi çizgileri taşır. Yergi, onun işlevine uymakta, hatta yakışmaktadır. Güldüren değil, cezalandıran bir mizahtır onunki... Kahreden bir alay gücü karşısındayız. Toplumun öcünü komayan, unutmayan, bağışlamayan...”

(Cemal Süreya, “99 Yüz”, Kaynak Yayınları, 1991)

12 MART’TA SELÇUK

“Onurunu yüksekte tutar, eğilmez”

“İlhan Selçuk cezaevinde bir denge unsuruydu. Onun varlığı bazı olayları etkilemeye yarıyordu. Çok kibar ve ince ruhluydu. Kızmaz, kimseyi hoyratça karşısına almazdı. Onurunu yüksekte tutardı. Eğilmezdi. Başbakan Nihat Erim’den ona da bazı mesajlar iletilmişti; fakat o, 12 Mart’ın adını doğru koymasını ve nasıl aşılacağını biliyordu.
31 Aralık 1971 gecesi tahliye oldu.
Cumhuriyet gazetesi 12 Mart’çıların gazabına uğramış, ilerici yazarların tasfiyesine gidilmiş, hatta bir ara gazete ortakları içinde bazı el değiştirmeler bile olmuştu. Gazete bir ara tutucu bir kadronun eline geçmişti. Fakat sağduyusu yüksek, ilerici ve demokrat halkımız böyle tutucu bir basın organını satın almayarak oyunu bozmuştu. Gazete yeniden eski kadrosunun eline geçince de gene aynı okur kitlesi büyük özverisiyle gazeteyi batmaktan bilinç ve kararlılıkla kurtarmıştı.”
(Sırrı Öztürk, “12 Mart 1971’den Portreler”, Sorun Yayınları, 1993, ss. 129-131)