Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bir sohbette Kemal Kılıçdaroğlu’nun inşaat bekçisi olan kardeşi mevzuu açıldı.
Ben, makam sahiplerinin eş dost kayırma (“nepotizm”) hastalığının yaygınlaştığı ortamda, bu örneğin ibretlik olduğunu, saygı duyulduğunu savundum.
Sohbetteki bir arkadaşımız bana karşı çıkarken, “Bizim toplum, bu haberden ‘Bu liderden bana hayır yok’ mesajı çıkarır. ‘Kılıçdaroğlu daha kardeşine iş bulamamış, bana mı bulacak’ diye düşünür” dedi; bir atasözünü tanık gösterdi:
“Ben umuyorum bacımdan, bacım ölüyor acından.”
* * *
Elbette mazlumdan yana atalarımız da var, ama haklıya karşı güçlüyü kollayanlar da az değil; tıpkı toplumda olduğu gibi...
“Türkler böyledir” diye kesip atan toplum genetikçilerine kulak asmam; toplumlar da insanlar gibi kuşatıldıkları iklimle, yaşamın deneyimiyle, tarihin hafızada bıraktığı izle şekillenir.
Mesela “Su akarken testini doldur” zihniyeti, biraz da 80’lerin aç ve açıkgözlülüğünde kıymete binmiş, “Damlaya damlaya göl olur” tutumluluğuyla yer değiştirmiştir.
Harama el uzatmayı günah sayanlar, kapıya sadaka makarna gelmesine alıştıkça “Beleş atın dişine bakılmaz” deyişine sarılmış, “Haram, helal ver Allah’ım, garip kulun yer Allah’ım” der olmuştur.
“Bir lokma bir hırka” tevekkülüyle yetişenler, fırsatlar denizinde üçkağıtla zengin olanları gördükçe, “Sen ağa ben ağa, bu ineği kim sağa” diyerek bol lokma, çok hırka hırsına düşmüş, yediği üzümün bağını sormamaya başlamıştır.
* * *
Aç adam, namusunu yer.
İşsizlik büyüdükçe, arsızlık artar, “alın teriyle kazanma”yı yücelten hikayeler azalır, “gemisini yürüten kaptan“ların önü açılır.
Bu arsızlaşmanın siyasetteki yansıması, “Adam yiyor, ama iş yapıyor” zihniyetidir ki, son 30 yılda epey yaygınlaşmıştır.
Artan eşitsizliğin, haksızlığın, örgütsüzlüğün kitle ruhunda yarattığı bir başka netice, mazlumu aşağılama, güce tapınmadır.
Zaten fırsatçılığı teşvik eden atalar da der ki:
“Zengin, arabasını dağdan aşırır; züğürt, düz ovada yolunu şaşırır.”
Topsuzlar mahallesinde top sahibi olan çocuk, yeteneğine bakılmaksızın takıma alınır, santrafor oynatılır.
“Parayı veren, düdüğü çalar.”
Rüzgar haklıdan değil, güçlüden yana esmeye başlamışsa, buna karşı duranlara, evde ekmek bekleyen anaları, “Rüzgarın önüne düşmeyen yorulur a oğlum” diye nasihat etmeye başlar.
* * *
İşte “çulu düzmek için” her yolun mubah sayıldığı bu “gücü gücü yetene” düzeninde mazlumlar, kendileri gibilere acır belki, ama sevmez.
Kaderi ağanın, patronun, müdürün iki dudağı arasında olan gariban, iktidarın nimetlerinden faydalandıkça kendisini esir alan kudrete sevdalanır; züğürtlüğüne bakmaz, zenginin malıyla çenesini yorar.
Bu rant yarışına katılmayana da, kendi ulufe düşkünlüğünü açığa çıkarttığı için içten içe öfkelenir.
Çalıp çırpıp gemicik sahibi olana özenirken, namusuyla kazanana dudak büker.
“Herkes için iş ve aş” talep edeceğine “Adam kardeşini işe koyamamış, bana mı iş bulacak” deyip hükümet kapısında torpil aramaya devam eder.
Atalarımızın da buyurduğu gibi:
“El etek öpmekle dudak aşınmaz.”