Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Barış süreci hemen her ülkede benzer bir yol izledi.
Kuzey İrlanda’yı alalım:
Önce kin birikti. Silahlar çekildi, kan döküldü, binlerce insan öldü.
Zamanla örgütün siyasi kanadı oluştu, Meclis’e girdi.
Silahın çözüm olmadığını her iki taraf da anladıkça barış arayışı başladı. Bazen ateşkes ilan edildi, ama her “anlaşma”da bir yerlerde bombalar patladı; barış süreci baltalandı.
Sonunda toprak kana doyunca ve bazı etkili güçler (İngiltere örneğinde Amerika) devreye girince barış masası kuruldu.
Örgütün siyasi kanadı ile hükümet, görüşmelere başladı.
İki tarafın radikalleri de ayaklandı:
Protestanlar “Vatanı teröristlere satıyorsunuz” dedi.
IRA’yı “uzlaşmacılık”la suçlayanlar “Gerçek IRA’yı kurup silahlı eyleme devam etti.
Ama süreci yürüten iki tarafın da kararlı davranması ve birbirini tahrikten kaçınması sayesinde barışa yaklaşılabildi.
Süreci kolaylaştıran asıl faktör ise, İşçi Partisi hükümetinin Muhafazakar Parti’yi yanına alması oldu.
Ana muhalefetin verdiği destek sayesinde toplumda bir “milli mutabakat” manzarası oluştu.
Ya Türkiye’de ne oldu?
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “AKP’ye yeni kredi açıyoruz, sorunu çözün” deyince Başbakan şu cevabı verdi:
“Kendi muhtaç-ı himmet bir dede, nerde kaldı gayrıya himmet ede... Ya sen neye kredi veriyorsun? Sen krediye muhtaçsın.”
Bir önceki yazıda da söylemiştim:
Sürecin önündeki önemli bir engel, Başbakan’ın bu dışlayıcı üslubudur.
“Muhalefetin süreci desteklemesini olumlu karşılıyorum. Gelin bunun onurunu paylaşalım” demek ve böylece görüşmelere kuşkulu bakanları kazanmak bu kadar mı zor?
‘Paşa’nın kızı’ve İlahiyat
Geçen perşembe bu köşede, 14 fakültesiyle yüzlerce kadro ihtiyacı içinde olan Ankara Üniversitesi’nin, 2 fakülteye 16 kadro için ilan verdiğini belirtmiş, 16 kadrodan 13’ünün İlahiyat Fakültesi’ne tahsis edildiğine dikkat çekmiştim. Erişkin Psikiyatri kliniğine verilen diğer 3 kadronun ise, “aranan özellikleri”yle adeta Genelkurmay Başkanı’nın kızını tarif ettiğine dair eleştirilere yer vermiştim.
Rektörlükten değil, kadro alanlardan açıklamalar geldi.
İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İsmail Hakkı Ünal, “Bunlar yeni kadro değil, fakülte içinde bulunan, yıllardır talep ettiğimiz kadrolardır. Hükümetin bir kıyağı veya rektörün ayrımcılığı söz konusu değil” diyor.
Genelkurmay Başkanı’nın kızı, A.Ü. Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim dalından Doç. Dr. Erguvan Tuğba Özel Kızıl ise 2011’de doçentlik unvanını aldığı halde halen (8 yıldır) araştırma görevlisi kadrosunda çalıştığını, kadro ilanının normal, hatta gecikmiş bir süreç olduğunu belirtiyor, yazımda yargısız infaz yaptığımı söylüyor.
Elbette kadro da, eleştiri de haklarıdır. Fakat ben üniversitelerde kadro ihtiyacının farkında olarak “Neden kadro verildi” dememiştim; sadece bir fakültesinde 140 akademisyenin kadro beklediği bir üniversitede, rektörün bu iki birime öncelik tanımasıyla “önceliklerin değişmesine” dikkat çekmiştim.
Bilginize...