Ayhan Aydan’ın vefatı ile gündeme gelen Bebek Davası’nın tutanaklarını yayımlamıştım... Konuyu noktalayan bu yazıda, Menderes’in, kasasında bulunan çıplak kadın fotoğrafları meselesine cevabını bulacaksınız. Bir de bebeğin ölümüyle ilgili acı iddiaları...
Bebek davasında üç doktorun adı vardı: Doğumu yaptıran tıp fakültesi doçenti Alaeddin Orhon... Bebeği muayene eden Ankara Üniversitesi çocuk hastalıkları profesörü Bahtiyar Demirağ... Ve sonradan gelen, bebeği gömen ve sanık olarak yargılanan İstanbul Zeynep Kamil Hastanesi başhekimi doğum mütehassısı Fahri Atabey...
İlk ikisi tanık, sonuncusu sanıktı. Atabey, Başbakan’ın talimatıyla İstanbul’dan Ankara’ya gidip bebeği öldürmekle suçlanıyordu.
Savcı “esas hakkındaki mütalaa”sında bu iddiayı, yine sefil bir dille ortaya koymuştu:
“Bir piç sahibi...”
“Vicdan, ahlak ve fazilet hissinden bigane olan sanık (Menderes), artık dillere destan olan bu gayri meşru münasebetinden (...) bir piç sahibi olduğu anlaşılınca, kendisine rey verenlere ne diyecekti? O muhayyel (hayali) evliyalık postu da elden gidecekti. İşte kendisini bu cinayeti işlemeye sevk eden amillerin başında, bu ihtiras ve koltuğunu kaybetme korkusu gelmekte idi.”
Savcı, çocuğun sağlıklı doğduğunu ancak Atabey tarafından Başbakan’ın talimatıyla öldürüldüğünü ve yine Başbakan’ın makam otosuyla mezarlığa götürülerek alelacele gömüldüğünü iddia ediyordu ama bunu kanıtlayacak yeterli delil olmadığını kendisi de kabul ediyordu.
Menderes ilk duruşmada iddiayı reddetti. “Bunu yapacak insan değilim” dedi: “Çocuğun doğumu arızalı. Çocuk vakitsiz doğdu, kısa bir müddet yaşadı ve öldü. Ben Fahri Atabey’i aramadım. Zaten Atabey’in çocuğun vefatından çok sonra geldiği, şahitlerin ifadesi ile sabittir.”
Menderes, Savcı’nın gündeme getirdiği, kasasında bulunan “müstehcen fotoğraflar”ı ise şöyle açıkladı: “Bir gün Refik Koraltan elinde küçük bir oyuncakla geldi. Gösterdi, baktık, bıraktı, gitti. Atamadım, satamadım, oraya koydum. Bunlar müstehcen resim değildi, küçük aletlerle gösterilen artistik resimlerdi. Bütün evlerde tablo diye kullanılabilir. Başsavcı beyefendi, bana ‘Aman onu bulduğumuz ne iyi oldu, bütün bu evrak içinde bunaldığımız zamanlarda onlarla meşgul olarak eğleniyoruz’ demişlerdi. (Başsavcı’ya hitaben) Beyefendi, resimler müstehcen mi idi?”
Ya külot?
Savcı’nın buna cevabı, “Niçin külottan bahsetmiyor?” şeklinde oldu: “Elimizde onu çok daha hacil (mahçup) duruma düşürecek şeyler var; haya ettiğimiz için söylemiyoruz” dedi.
Menderes kendisini suçlayacak delil olmadığından beraatını istiyordu.
Gerçekten de hem deliller hem tanık ifadeleri çelişkiliydi. Bebeği Alaeddin Orhon doğurtmuş, Bahtiyar Demirağ muayene etmiş, Fahri Atabey gömmüştü. Ölüm raporuna göre bebek, 6 saat yaşadıktan sonra kalp yetmezliğinden ölmüştü.
Tartışma, çocuğun sağlıklı doğup doğmadığı ve Atabey gelmeden önce mi sonra mı öldüğü sorularında düğümleniyordu.
Kafa karıştıran ifadeler
O gün Ayhan Aydan’ın yanında olanlardan Bedriye Tuğberk “Çocuğun boynuna kordonlar dolanmıştı” diyordu.
Evin hizmetçisi Rinda “Doğum zor oldu. Çocuk kordonlarla ters geldi. Doğduktan sonra ağzından kan geldi. Durumu ağırdı. Ağır nefes alıyordu. İniltiler vardı” diye tanıklık ediyordu.
Ayhan Aydan’ın annesi Naciye Aydan “çocuğun ağzından kan aktığını” doğruluyordu.
Mahkeme kuşkulandı. Acaba tanıklar “Çocuk sonradan öldürülmedi, zaten ölmek üzereydi” izlenimi yaratmak için mi bu ayrıntıları veriyorlardı?
Dikkatler doktorların ifadelerine çevrildi.
ALAEDDİN ORHON
“Ben yetişmesem çocuk içeride ölecekti”
- Bir akşam acele doğum haberi geldi. Hemen verilen adrese gittim. Eve girdiğim zaman yatak odasında yatan hastanın Ayhan Aydan olduğunu gördüm. Doğum sancıları içinde kıvranıyordu. Muayene ettim. Doğumun çok ilerlemiş olduğunu, rahmin tamamen açılmış bulunduğunu, çocuğun bacaklarından geldiğini, su kesesinin önceden patlamış bulunduğunu müşahede ettim. Çocuğun kalp sesleri bozuktu. Bu hali görünce çok telaşlandım. Çünkü böyle bir tazyik altında bulunan çocuğun her an ölmesi mümkündü. Bu, Ayhan Hanım’ın ikinci doğumu idi. Çocuk prematüre idi ve küçüktü. Bundan dolayı da kolaylıkla çocuğu çıkardım. Çocuk, geçirmiş olduğu asfeksi (doğum sırasında oksijensiz kalma) dolayısıyla yeni doğmuş olan bir çocuğun göstermiş olduğu refleksi göstermiyordu. Sondayı tatbik etmek suretiyle boğazını temizledim. Ancak bu suretle çocuğu hayata iade etmek mümkün oldu. (...) Prematür çocukların hayatı kaprislidir. Yaşama imkanları normal çocuklar kadar değildir. Ben yetişmemiş olsaydım çocuk içeride ölecekti. Bilgisine ve maharetine itimat ettiğim Bahtiyar Demirağ’ı tavsiye ettim. Çocuk, Demirağ’ın ihtimamına tevdi edildi. Bundan sonraki safhalar benim için müphem...”
- Çocuğun boynuna kordon dolaşmış.
- Teferruatı hatırlamıyorum. Olabilir. Kordon dolaşmış veya dolaşmamış olmasının ehemmiyeti yoktur.
- Siz de burada dürüst hareket etmemişsiniz, iyi tetkik etmemişsiniz, saklamışsınız gibi geliyor bana...
- Hayır, ben karakterim itibariyle böyle bir şey yapmam. (..) Çocuk ölürken başında değildim. Ben orada Ayhan Hanım’a bakmak için kaldığım müddet zarfında şöyle bir istirahat için uzandığımı hatırlıyorum. Bu esnada ölmüş olabilir.
- “Ölüm haberi verilince benim için şok tesiri yaptı” demişsiniz.
- Kendimden geçmiş bir vaziyette iken kalkıp “Çocuk öldü” denirse tabii reaksiyon yapar.
FAHRİ ATABEY
“Makam aracıyla mezara götürdük”
- Ayhan Aydan 1944’ten beri hastamdır. 1951 veya 1952 senelerinde İstanbul’da bana geldi. Gebe idi. Bir kanaması vardı. Bir doktor arkadaşın tavassutu ile doçent Kazım Araş’ı hastaneye çağırdım. İkimizin müşterek tetkiki ile bir kürtaj yapıldı. Bu, bir cinai kürtaj değildi. Hastanın hayatını kurtarmak için bir tahliye yapılmıştı.
- İfadelerinize göre Ayhan Aydan’ın Adnan Menderes’le olan münasebetini biliyorsunuz.
- Evet, biliyorum ama bu çocuğun ondan olup olmadığını bilmiyorum.
- 1951’de Adnan Menderes ile münasebet tesis etmiş olduğuna göre bir başkası ile de münasebette bulunabilir miydi?
- Onu bilmiyorum. Ama bir doktor olarak gelen hastalara ‘Bu çocuk kimdendir?’ diye sormak adetimiz değildir.
“Çocuk öldü”
“18 Haziran 1955 Cumartesi günü öğleyin hastaneye telefon ettiğim zaman öğrendim ki Ankara’dan Ayhan Hanım telefon etmiş, beni bulamamış. İkinci telefonda Alaeddin Bey’in kendisini muayene ettiğini, makat ihtilatı (karışması) olduğunu söyledi. Bana yalvarıyordu, ‘Fahri Bey, yalvarırım doğumuma gelebilir misin’ diye... ‘Gelirim’ dedim. Bir müddet sonra bir telefon daha geldi, bir erkek çocuk doğurduğunu söylediler. (..)
“Ankara’ya geldiğimiz zaman kapıda 2 numaralı araba duruyordu. Ben hemşire ile yukarı çıktım. Odaya girdiğimiz zaman teessürlü bir hava esiyordu. Dediler ki ‘Çocuk öldü’. Yanımdaki hemşireyle Ayhan Hanım’ın yanına girdik. Beni görünce ağlamaya başladı. Üzülmemesini, daha genç olduğunu söyledim.
“Çocuğu muayene ettim. Çocuğun üzerinde dışarıdan boğma, bağlama yahut da başına bir şey vurulmak suretiyle öldürme alametlerini katiyen görmedim, yoktu.
“Sabaha kadar arabada geldiğim için yorgundum. Bir doktor arkadaşın evine gittim. Orada 2-3 saat istirahat ettim. Sonra tekrar Ayhan Hanım’ın evine geldim. Gittiğim zaman şoför Hayri eline çocuğu almış gidiyordu. Herkes ağlaşıyordu. Ankara’ya doğuma yardım etmek ve çocuğu kurtarmak için gelmiştim, ama hiçbirini yapamamıştım. Eski dostuma yardım edebilmek için aklıma çocuğun mezara götürülüşünde bulunmak geldi. Otomobile bindim. Hakikaten 2 numaralı araba karşıma çıktı. Mezarlığa gittiğimiz zaman da çocuğu Hayri Efendi aldı. Zaten normal rapor verildiği için oradan normal formalitelere göre ve imamın bir takım muamelesinden sonra çocuk mezara götürüldü. Ben mezarın numarasını almak için gittim ve aldım. Döndüğümüz zaman Ayhan Hanım’ın komodininin başucuna koydum.”
VE SÜRPRİZ TANIK
“Bebek sağlamdı. Babam meslektaşlarını korumak için öyle ifade verdi”
Yassıada savcısı ve yargıcı, çocuğun Menderes’in talimatıyla Fahri Atabey tarafından öldürüldüğünü kanıtlayabilmek için tanıkları ve doktorları sıkıştırdılar.
Atabey ise, Menderes’in değil, Aydan’ın ricasıyla Ankara’ya gittiğini, sabah ulaştığında çocuğun geceden ölmüş olduğunu söylüyordu. Bir ara meslektaşlarını suçladı:
“Çocuğun doğumundan ölümüne kadar bu hadisenin şahidi, bu iki doktordur. Bu iki doktor, bütün hakikatleri ketmediyorlar (gizliyorlar), beni sanık çıkarıyorlar. Eğer hakikati olduğu gibi anlatmış olsalardı, çocuğun doğum ve ölümünün normal olduğunu ve yapılan tedaviye rağmen iyi olmadığından eceliyle ölmüş olduğunu ispat etmiş olsalardı, bugün huzurunuza bir bebek davası gelmeyecekti. Dr. Alaeddin’in endişesi, ölümün, doğumda yapılan bir hataya hamledilir (yüklenir) olmasıdır.”
Sonunda mahkeme, Atabey’in Ankara’ya gidişinde ve bebeğin ölümünde Menderes’in rolüne dair bir delil bulunmadığına hükmetti. Bebek, Atabey’in varışından önce, “anlaşılamayan bir nedenle” ölmüştü.
Gerekçeli kararda, “Doğumun zor olup olmadığı konusunda şahit beyanları ile Dr. Alaeddin Orhon’un beyanları arasında çelişki olduğuna” dikkat çekildi; ama “Bu, görüş farkındandır” denildi.
Dava böyle sonuçlandı. Ama geçen hafta, önemli bir tanık, tarihi bir gerçeği açıkladı.
Alaeddin Orhon’un, GATA’da kendisi gibi kadın hastalıkları ve doğum uzmanı olan oğlu Prof. Dr. Esat Orhon, beni arayıp babasından dinlediği olayı ilk kez anlattı:
“O gece babam portatif masası ile doğuma gitmiş. Anlatıldığı gibi zor bir doğum olmamış. Bebek çıkınca ağlamış; damağında bir kanama olmuş, ama sıhhatli ve pırıl pırılmış. Prematüre olduğu için babam, bir çocuk uzmanının görmesini tavsiye etmiş. Sonradan çocuğun öldüğü haberini alınca da şok olmuş” dedi.
“Çocuğu ben sapasağlam teslim ettim. Sonra ölmüş” gibi bir ifadenin, Yassıada’nın politik ikliminde diğer meslektaşlarını mahkumiyete götüreceğini bildiği için temkinli konuştuğunu söyledi.
Bu tanıklık, mahkemenin soruşturmasına konu olan kuşkuyu derinleştiriyor.
58 yıl önceki bir ilişki, 54 yıl önceki bir ölüm, 49 yıl önceki bir dava, yeni bir boyut kazanıyor.
“Bebek Davası”, utanç sayfaları ve soru işaretleriyle tarihe gömülüyor.