Mehmet Güleryüz, sadece resimleri ve desenleriyle değil, tiyatroda yaptıklarıyla da duruşu ve fikirleriyle de çok değerli bir sanatçı.
Taksim Meydanı’nda protestolarda da Karaköy’de tesadüfen yürürken karşılaştığı graffiti yapan gençlere yardım ederken de onu görmek mümkündü.
Aslında yıllar önce Paris’e giderek, kendisini ve sanatını geliştiren, daima okuyan yazan çizen üreten ve söyleyecek bir sözü olan, özgürlüğü savunan, kültürlü birikimli sanatçı kuşağının da son temsilcisi.
Benim için aynı zamanda çok sevdiğim Kerimcan Güleryüz’ün babası.
Birlikte yaptıkları sergiler, baba-oğul arasında zaman zaman rollerin değiştiği heyecanlı üretim süreçleri de aslında ikisinin de ne kadar yaratıcı ve donanımlı olduğunu gösteriyordu.
En son geçen yıl Kerimcan Güleryüz, Mehmet Güleryüz’ün 1991’den 2016’ya kadar kullandığı Kadıköy’deki stüdyosunu Poligon
The Shooting Gallery olarak yeniden faaliyete geçirdiğinde ne kadar heyecanlıydı.
Aynı zamanda LoftArt’ta The Empire Project iş birliğiyle ‘Mehmet Güleryüz 2013-2023 Prestij Sergisi’ni de açmışlardı.
“Akıntının tersine yüzebilirsiniz”
“Zamana karşı, zamana rağmen durabiliyorsanız, geçmişe baktığınızda pişmanlık duymuyorsanız, bence sınıfı geçmiş sayılırsınız. Amacım bir anlamda hesap vermek. Bütün açıklarımı gözler önüne sermek.” diyordu Mehmet Güleryüz.
“Resimlerim uzun bir süre itici bulundu, kendine çekmedi. Bir kere uzun zaman satın alınmadı. Daha da komiği ben hep genelden daha fazla fiyat talep ettim. Hoş, o zamanlar resim pek de satılan bir şey değildi. Bir kere ressamların kabulü daima böyledir. Evvela meslekteki kişilerin kabulü ve aralarında size yer vermeleri gerekir. Siz seyircinizden onu bekleyemezsiniz. Daha çok ressamlar, resim bilenler -ki çok azdırlar- farkımı gördü. Tabii ki tek başınalık hali söz konusuydu. Seyirci uzun zaman resmimi ters, çirkin, itici, rahatsız edici buldu. Benim için söylenen ‘Ezeli muhalif’ titri var. Resmimdeki hiciv boyutu, sosyal eleştiri dozu, alışılmış bir şey değildi. Evet, ezeli muhalif bir bünye, yerleşik düzenle uyuşmanın dışında kalmayı tercih ettim. ‘Kabul edilmiş’in dışında. Kabul edilmemeyi kabullenmek… Kabul edilmeme hali bir anlamda yolunuzun doğruluğunun tescili gibi!” diye özetliyordu bir röportajında Mehmet Güleryüz.
Şöyle devam ediyordu anlatmaya: “Yetmişlerden itibaren -çok uzun süren, belki 25 sene süren ve hâlâ ara ara zuhur eden- maymunlar serisi yaptım, insanlardan hiç bahis yoktu. Metaforik olarak insan odaklı yapıtlar. Sonra çok büyük bir doğa serim var. Tahrip olan doğa. Bu resimler bir anlamda medyumsu bir önceden haber veriş hallerinin doğrulanışı. Çekicilik unsuru çok zayıf konular. ‘Su’ resimleri serisi var. Orada da insan yok mesela. Ama insan var. Yokluğunda da var. Bütün o boşaltılmışlıklarda, terkedilmişliklerde tahrip edilmiş bir doğa söz konusu. Ekolojik yıkımdan 1990’larda kimse söz etmezken.”
Ardından ekliyordu: “Öncelikle her türlü tahakküme karşıyım. Hoyratlığa, baskıya, çocuk, kadın, hayvan, insan tahakküme karşıyım.. Kadının durumunu düşünmeye çocuk yaşta başladığımı hatırlıyorum. İki yıllık evlilik sonrasında ayrılık kararı alan annemin yaşamını bir başına, benden de uzak kalma pahasına, bir daha hiç evlenmeden, ödün vermeden dimdik sürdürüşünün yakın şahidi olarak, öğrendiklerim rehber oldu.”
Gençlere de şöyle öğüt veriyordu Paris’te son röportajında: “Kişi kendi meselesinden hareket etmeli. Evvela hakiki olmak, samimi olmak. Samimi olun. Beğenilmek veya beğenilmemek hiçbir şey ifade etmezse güçlüsünüz. Akıntının tersine yüzebilirsiniz. Bir şekilde de hayatın gerçeğinin, çok temel unsurlardan daha ötede olmadığına inanıyorum. İnsandan daha ötede hiçbir şey yok.”
Mehmet Güleryüz, söyledikleriyle de resimleriyle de her zaman hatırlanacak.