Yıllar önce Milano Tasarım Haftası’nda tanışmıştım ünlü İngiliz tasarımcı Tom Dixon’la.
Leonardo da Vinci Bilim ve Teknoloji Müzesi’ndeki sergisini birlikte gezmiştik.
Bir spor giyim markasıyla yaptığı iş birliğini anlatmıştı: “Ben moda tasarımcısı değilim” diyerek.
Yaptığı koleksiyonun çok amaçlı olduğunu söylemişti. Duvara açık haliyle asılabilecek bir nevi dolaba dönüşebilen bir sırt çantasıyla başladığını anlatmıştı. “Milano’ya ilk geldiğimde parkta bir bankta yatmıştım. Onu düşünerek hem gündüz işe gidilecek hem de tersini çevirip bankta yatabileceğiniz kıyafetler, paltodan uyku tulumuna dönüşen tasarımlar yaptım” demişti.
Şimdi ise Eczacıbaşı Grubu’na ait VitrA için ‘Liquid’ başlıklı bir banyo koleksiyonuyla karşımızda Tom Dixon.
‘Liquid’, Dixon’ın ilk banyo koleksiyonu olma özelliğini de taşıyor.
VitrA yerli ve yabancı tasarımcılarla sık sık iş birlikleri yaparak dikkat çekiyor.
Londra’da Clerkenwell’de büyük bir showroom da açtı.
Haklısınız, Nusret’in şans dileklerimize ihtiyacı yok, zaten yeterince şansı yaver gidiyor ve yurt dışında da emin adımlarla ilerliyor.Nusret’e iyi şanslar dememin nedeni basit: Nusret Londra’daki ilk şubesini perşembe akşamı Knightsbridge Sheraton Park Towers’ta açtı.Gecenin ilerleyen saatlerinde önündeki kuyruğu sadece Nusret’in Instagram hesabında değil, Londra’nın önde gelen yemek eleştirmenlerinin sosyal medya hesaplarında da görmek mümkündü.Türkiye’den ilk defa, sıfırdan tamamen kendi emeğiyle bulunduğu yere gelen bir marka dünya çapında oldu.
Dünya çapında tek yerli markamız
Nusret, kabul etsek de etmesek de gerçek anlamda dünya çapında olan tek yerli markamız. Nusret, ilkokulu bitirir bitirmez İstanbul’da bir kasap dükkanında çırak olarak çalışarak başladı.
Ben de onu 2008’de Günaydın’da çalıştığı zaman tanıdım. O zaman da çok çalışkandı, o zaman da cep telefonuyla müşterilerin adlarını fotoğraflarını ve sevdikleri eti kaydedip müşteri memnuniyetini en yükseğe
Üç yıl önce Londra’da Hyde Park’ın ortasındaki Serpentine Gölü’nde aynı adı taşıyan sanat galerisinin desteğiyle dev bir eser vardı: ‘The London Mastaba’.
Tam 7 bin 506 petrol varilinden oluşan, 20 metre yüksekliğinde, 30 metreye 40 metrelik tabanlı bir piramit olan heykelin ağırlığı yaklaşık 650 tondu.
Instagram’da sık sık fotoğrafları paylaşılan bu büyük eser Haziran 2020’de 84 yaşında New York’ta hayatını kaybeden Christo’ya aitti.
Üretimlerini eşi Jeanne-Claude ile birlikte yapan ve genellikle ünlü yapılar üzerinde yaptığı enstalasyonlarla tanınan Christo Vladimir Javacheff, Berlin’deki Reichstag ile Paris’teki Pont-Neuf Köprüsü üzerinde de çalışmıştı.
Bulgaristan’da doğan sanatçı ABD’den önce Avusturya, İsviçre ve eşi Jeanne-Claude ile tanıştığı Fransa’da yaşadı.
Birlikte dev yapıları dönüştüren ikili ayrıca anıtsal nitelikte çevreci işlerle de sık sık gündeme geldi.
Christo, eşi Jeanne-Claude’un 2009’da 74 yaşında hayatını kaybetmesine dek eşiyle birlikte
Geçen hafta SPOT Projects’in 10. yaşını kutlamak üzere Karaköy Juma Art’ın terasında toplandık.
Sanat koleksiyoneri Tansa Mermerci Ekşioğlu’nun 2011’de kurduğu SPOT Projects, sanat konusunda kendisini geliştirmek isteyenlere farklı alanlarda eğitim fırsatı sağlarken sanatçılara da üretim sürecinde destek oluyor.
Bu 10 yılda Spot’un birçok dersine katılma şansım da oldu.
Hiç unutmuyorum, katıldığım ilk ders, ‘Güncel Sanatı Kavramak’tı.
Derslerin ne kadar interaktif olduğuna şahit olmuştum.
Vasıf Kortun’dan Halil Altındere’ye önemli isimler derslere konuşmacı olarak geldi.
Ayrıca derslerde Cevdet Erek, Güçlü Öztekin gibi sanatçıların atölyelerini ziyaret etme, Salt Galata’yı daha açılmadan gezme ve hatta bir koleksiyoner evine konuk olma şansı da olmuştu.
SPOT’ta katıldığım seminerlerden biri de ‘Doğru Sanat Koleksiyonerliği: Koleksiyonerin El Kitabı’ydı.
S. Pellegrino&Acqua Panna sponsorluğunda gerçekleşen Dünyanın En İyi 50 Restoranı ödülleri 5 Ekim’de Antwerp’te gerçekleşecek hibrit bir törenle açıklanacak. Peki, ama bu yılki ödüllerde en büyük yenilik ne olacak?
İstanbul’da Michelin’li bir restoran olabilecek mi diye yıllarca konuştuk. Gastronomi dünyasında Michelin’in yıldızı sönünce yerini Dünyanın En İyi Restoranları listesine bıraktı. Bu listede ilk 100’e girebilmek asıl önemsenen ölçü oldu. Türkiye’den listeye girmeyi ilk başaran elde ettiği 39’unculukla Changa oldu. Mehmet Gürs ise ilk kez 2015’te Mikla ile ilk 100’e girmeyi başardı, 96’ncı sıradaydı. Tam 1 yıl sonra ise Mikla tam 40 sıra yükselerek listede 56’ncı sırada yer aldı. Üstelik de bunu o kadar sessiz ve derinden giderek yaptı ki, hepimizi şaşırttı.
İstanbulluların artık daha çok yabancı turistlere bıraktığı, Yeni Anadolu mutfağı ile öne çıkan Mikla böylece tekrar gündeme geldi. Mehmet Gürs de farkındaydı durumun, “Bin
Eserlerini çok beğendiğim Seçkin Pirim, İstinye Park’taki Louis Vuitton mağazasının dış cephesini bir heykel haline getirdi.
Louis Vuitton sanatçıyı tamamen özgür bırakmış, Pirim de, “Ben size cephe yapmam, içine girilebilen bir heykel yaparım” demiş.
Ortaya çıkan sonuç da sanatçının kağıt heykellerine gönderme yapıyor.
Seçkin Pirim, yıllar önce ‘Disiplin Fabrikası’ başlıklı işlerinin çıkış noktasını açıkladığında, askerde yazıcı olarak görevliyken, sıkıntıdan kağıt keserek, kağıttan heykel yapmaya başladığını anlatmıştı.
Tesadüfler insanın hayatında ne kadar önemli rol oynayabiliyor.
Pirim’in Güzel Sanatlar’da okumak istemesi de aslında yine bir tesadüfle ortaya çıkmış.
Yedi yaşında taşındığı Kuzguncuk, sanatçıya ilham vermiş.
Füsun Eczacıbaşı öncülüğünde kurulan SAHA Derneği salı akşamı 10. yılını Ortaöy Esma Sultan Yalısı’nda kutladı.
SAHA Derneği 2011’de bir sivil toplum kuruluşu olarak Türkiye’nin çağdaş sanat üretimini ve Türkiye çağdaş sanatının uluslararası tanınırlığını artırmak amacıyla kuruldu.
Farklı ülke ve şehirlerde müze, bienal ve kâr amacı gütmeyen sanat projelerinde Türkiye’den sanatçı ve küratörlerin yeni eser üretimi ve yayın yapmasına karşılıksız destek oluyor.
Kurduğu yurt dışı ortaklıklarla misafir sanatçı ve küratör programlarına Türkiye’den düzenli katılım olmasını sağlıyor.
SAHA’nın yeni projesi SAHA Studio ise Türkiye’den sanatçılara çalışma ortamı ve küratöryel desteğin yanı sıra projeleri için üretim, araştırma ve sunum bütçesiyle çalışmalarını sürdürebilecekleri bir mekân yaratıyor.
4-5 yıl önce Frieze’in kurucusu Matthew Slotover ile çağdaş sanatın geleceğini konuşurken bana SAHA örneğini vermişti.
Malum,
Performans sanatçısı Marina Abramovic, Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki sergisinin açılışında, “Burada büyük bir kalabalık var, performans sanatına ilk başladığımda sadece birkaç izleyicim vardı, bu noktaya gelmem tam 50 yılı aldı” demişti.
Artık müzelerin de sabit koleksiyonlar yerine sürekli değişen performans sanatına kapılarını açmalarının değişen dünyaya adaptasyon olduğunu özetlemişti.
Marina Abramovic ve Marina Abramovic Institute’un ‘Flux/Akış’ sergisini çok beğenenler de oldu, Abramovic’in yurt dışındaki sergilerine katılmış olanlar arasında ise provokatif tarzının aksine konservatif bulanlar da.
Yine de Marina Abramovic gibi yıldız sanatçıların sergilerinin Türkiye’ye gelmesi hem bizim global kültür-sanat dünyasını yakından takip edebilmemiz için hem de Türkiye’de kültür-sanat turizminin ilerlemesi için önemliydi.
Daha sonra ise Marina Abramovic, WeTransfer ile yaptığı bir yıllık iş birliğiyle gündeme geldi.
Björk, Solange Knowles ve Tyler Mitchell’dan sonra Abramovic de WeTransfer