Cosmopolitan İngiltere’nin yayın yönetmeni Farrah Storr, Marka Konferansı için önümüzdeki hafta İstanbul’a geliyor. Öncesinde Londra’daki ofisinde buluştuk ve son kitabı “The Discomfort Zone”u (Konforsuzluk Alanı) ve Cosmopolitan’ın kadınlar üzerindeki etkisini konuştuk.
- Cosmopolitan kadınlar için bir dönem kutsal kitap gibiydi. Şimdi ise hayat çok değişti, yeni çağa ayak uydurabilmek için neler yapıyorsunuz?
Cosmopolitan hala birçok okur için kutsal kitap gibi, sadece içeriği değişti. Yayın yönetmeni olduğumda ilk yaptığım değişiklik seks önerilerini ve köşe yazılarını kaldırmak oldu. Daha detaylı araştırılmış haberlere yer vermek istedim. İngiltere’de MeToo hareketinin öncüsü olduk. Kilolu kadınları kapağımıza taşıyarak kadınların bir model gibi prototipe uyması gerekmediğini anlattık. Ayrıca en çok övündüğüm projemiz, Cosmo evleri yarattık. Londra’da yaşam çok pahalı olduğu için, burada kira ödeyemeyecek durumda olan yaratıcı alanlardan kadınlara özel evler hazırladık. Bize yazılarıyla, sanatlarıyla destek olmalarını istedik, onlara dergide bir alan açtık.
- Dergiciliğin, basılı yayınların geleceğini nasıl görüyorsunuz?
İyi içerik önemli olan. İyi içeriğe, uzman yazarlara her
Silikon Vadisi’nin Avrupa açılımı Station F’teyim, Microsoft’un ‘Perakende Hikâyeleri’ etkinliğine katılmak için.
Xavier Niel’in öncülüğünde kurulan Station F, dünyanın en büyük start-up kampüsü.
Mimarı Jean Michel Wilmotte, yakın zamanda Türkiye’nin önemli mobilya markalarından Koleksiyon için de özel bir koleksiyon hazırladı ve bunun lansmanı da Station F’te yapıldı.
Microsoft’un etkinliğinin konu başlığı: Perakendede Dijital Farklılıklar.
London College of Fashion’ın inovasyon ajansının başkanı Matthew Drinkwater’ın Moda ve Perakendede Teknoloji konuşmasıyla başlıyor program.
Drinkwater’ı geçen ay Amsterdam’da bir panelde izlemiştim ve orada olduğu gibi burada da son derece çarpıcı örnekler veriyor.
Ama tabii sadece teknolojik olduğu için zorlama ürünlerin modada ve perakendede asla başarılı olamayacağını da savunuyor.
Vücut şekli ve ten rengine göre sanal styling yapan ve internet alışverişinde iadelerin azalmasını sağlayan Becoco’nun kurucusu Katharina Vandamme-Eybesfeld, Heuritech’in başkan yardımcısı Shana Aiach, Data&Data’nın CEO’su Zouheir Guedri, SouthPigalle’in kurucusu Louis de Cointet, Microsoft’tan Nina Lund moderatörlüğünde bulut teknolojisinin ve yapay zekânın mağazacılık
Her yıl heye-canla beklediğim Marka Konferansı’nın programı sonunda açıklandı.
Milliyet’in de sponsorları arasında yer aldığı konferansın konuşmacılarına şöyle bir göz atalım.
Tarihin en büyük 300 mucidinden biri Jaron Lanier, Avrupa’nın en ünlü etik hacker’ı Jamie Woodruff, moda dünyasına yön veren ünlü modacılar Roland Mouret, Alice Temperley ve Philipp Plein, moda markalarıyla yaptığı işbirlikleriyle dünyanın dikkatini çeken Stephen James, çarpıcı çalışmalarıyla bilinen dev nörobilimci Beau Lotto, Galatasaray’ın kalecisi Fernando Muslera, ünlü tasarımcı Terri Pecora ve ünlü sanatçı Arik Levy...
Yerli isimler arasında ise Sani Şener, Agah Uğur, Yalın, Ahmet Ümit, Kıvanç Tatlıtuğ, Refik Anadol, Kaan Sekban, Yeşim Darıcı, Murat Karahan, Gökhan Horzum, Ercan Kesal, Uğur Gürses, Ateş İnce, Bergüzar Korel, Engin Akyürek var.
‘İnsanlığın iyiliği için şart’
Benim en merakla beklediğim konuşmacı Jaron Lanier.
Amsterdam’da World Architecture Festival’ı (Dünya Mimarlık Festivali) izliyorum.
The Architectural Review ve The Architect’s Journal’ın yayıncıları dünyanın dört bir yanından mimarları bir araya getiriyor, Design Council’ın da başkanı olan Paul Finch öncülüğünde.
Bir yandan farklı alanlarda projeler yarışıyor, bir yandan projeleri yarışan mimarlar jüride görev alıyor ve diğer projeleri değerlendiriyor.
Kısaca, müthiş bir networking fırsatı ve dünya çapında oyunu kurallara göre oynamak istiyorsanız bu tür etkinliklere katılmak şart.
‘Şehirlere karşı da sorumluyuz’
Konuşmacılardan biri sir unvanlı David Adjaye, Ganalı bir ailenin Tanzanya’da doğan oğlu, mimarlığa 1994’te Londra’da başlıyor.
Oslo’da Nobel Barış Merkezi, Washington DC’de Smithsonian Institute National Museum of African American History and Culture gibi önemli eserleriyle dikkat çekiyor.
Mısır Çarşısı’ndaki Pandeli, vedalaşmak zorunda kaldığımız, çok sevdiğimiz klasiklerdendi. Atatürk’ün de en sevdiği lokantalar arasında olmasıyla kalbimizde ayrı bir yeri vardı. Pandeli, bu hafta itibarıyla sessizce yeniden açıldı.
Park Şamdan gibi bir İstanbul klasiğinin yerine Adana İl Sınırı’nın gelmesini Beyoğlu’ndaki kebapçıyı sevseniz bile üzülerek karşılıyorsanız, size sevindirici bir haberim var. İstanbul’da bir restoranın başarılı olması kolay değil, bunu hepimiz biliyoruz.
Tom’s Kitchen’dan Jamie’s’e, Hakkasan’dan Cipriani’ye birçok uluslararası restoran markasını harcamış bir şehir İstanbul.
İstanbul’da bir restoranın klasik haline gelmesi dünya şehirlerine göre daha zor. Yine de bunu başaran sayılı restoran var, ama onları da ya ev sahipleri yerlerinden çıkarıyor, ya maymun iştahlı müşteriler eski yerlerden konuşmayı seviyor ama onlara gitmek yerine yenilere rağbet ediyor. Sonuç, birçok sevdiğimiz klasik markayla da vedalaşıyoruz.
Tarihi markayı yeniden kazandırdılar
Mısır Çarşısı’ndaki Pandeli de vedalaşmak zorunda kaldığımız, çok sevdiğimiz klasiklerdendi. Atatürk’ün de en sevdiği lokantalar arasında olmasıyla kalbimizde ayrı bir yeri vardı.
Celal Bayar, Adnan
24 saatlik Viyana seyahatinde en çok etkilendiğim, çok sevdiğim yönetmen Wes Anderson’ın küratörlüğünü üstlendiği ‘Spitzmaus Mummy in a Coffin and other Treasures’ sergisi oluyor.
Büyük Budapeşte Oteli’nin usta yönetmeni, Avusturya’nın en büyük müzesi Kunsthistorisches Museum’daki sergiyi yazar ve kostüm tasarımcısı eşi Juman Malouf ile birlikte hazırlamış.
İkili tam iki yıl boyunca müzenin 4.5 milyon eserinin arasından 450’sini seçmiş. Serginin açılışı bir film galası gibi şaşaalı geçmiş, Tilda Swinton - Jason Schwartzman’dan Jake Paltrow ve Coppola ailesine kadar film endüstrisinin önemli kahramanları açılışa katılmış ve tabii bol bol fotoğraf çekilmiş.
Asıl ilginç olan ise, sanat eleştirmenlerinin sergiyi Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’yle karşılaştırması.
Peki ama neden?
Hatırlayacaksınız, Büyük Budapeşte Oteli, Avusturyalı yazar Stefan Zweig’ın yazılarından ilham alıyordu.
Abu Dhabi’deki Louvre Müzesi’nde iki adet mozaik var.
Onları görünce bizim Gaziantep’teki Zeugma Mozaik Müzesi’nde, Şanlıurfa Müzesi’nde, Hatay Arkeoloji Müzesi’ndeki eserler geliyor gözlerinizin önüne.
Bizdeki mozaik hazinesi Güneydoğu’da nereye giderseniz gidin her köşede karşınıza çıkıyor.
Zeugma Mozaik Müzesi’ndeki Çingene Kızı mozaiği ise diğerlerinden farklı, Da Vinci’nin Mona Lisa’sı kadar etkili.
Bakışlarındaki hüzün ve yapımında kullanılan teknikler nedeniyle.
Ve tabii hakkında Mona Lisa kadar çok spekülasyon yapılıyor.
- Formula 1 dünyanın her yerinde aynı. Çok büyük bir otomobil ve hız merakınız yoksa herkes birbirini tembihliyor, “Çok yorucu, çok gürültülü, boşuna gitme, TV’de izle” diye. “E o zaman Abu Dhabi’de ne işin var?” diyeceksiniz; benim amacım, Jean Nouvel’in Louvre Müzesi’ni görmekti. Hatta müzenin içindekilerden çok mimarisi ilgimi çekiyor. Evet, Matisse’ler, Picasso’lar, Basquiat’lar, Calder’ler var. Hatta bizi daha çok ilgilendiren bir de Osman Hamdi eseri var. Ayrıca Osmanlı padişahlarının portreleri de var. Zaten müzenin mağazasında Osmanlı padişahlarının portrelerinin olduğu tabaklar da satılıyor, İznik çini tabakların yanında.
- Formula 1’i fanları paddock’ta izlemek istiyor, ama keyifçiler ise Yas Marina’nın en ortasına Amerikan oteli Viceroy’dan boşalan yere kurulan W otelden izlemeyi tercih ediyor.
- Sonrasında ise Cipriani’ye yemeğe geçiliyor. Cipriani’nin üst katında ise, geçen yıl bizim Sonar İstanbul’a da gelen meşhur DJ Black Coffee çalıyor. Bizde iş yapmayan Cipriani ise Abu Dhabi’de para basıyor. Restoran hıncahınç dolu, yarışçılar da takipçiler de burada.
- Formula 1 final gecesi Guns N Roses konseriyle sona eriyor. Benim yaş grubum Guns N Roses’ın bütün şarkılarını