Sabah gazetesinde Haluk Ulusoy yine esmiş gürlemiş. Neymiş, adam başı 100’er milyar mı, yoksa 100’er bin dolar mı, neyse ne... Azmışmış da, sponsorlardan yardım mı isteyecekmiş neymiş. Bu çocuklar herşeye layıkmışmış da. Ne verseler helalmiş de... Mımmış da, mişmiş anlayacağınız.
Hani Avusturya maçından sonra Allah’ıma teşekkür ederim demişti: "Allah’a çok şükür". Devam etmişti: "Allah yardım etti, Allah bizi mahçup etmedi"... Herşeyi Allah’a bağla, primleri futbolcuya sağla. Niye? Git o zaman yeni camiinin avlusuna, dilen sponsorlardan ne dileneceksen. Sonra ver fitreni, zekatını ihtiyacı olana, hiç olmazsa. Hem sevap işlersin, hem de her cümlede ismini olur olmaz geçirdiğin Allah’ın da hoşuna gider. İnsanı kendi milli takımından ancak böyle soğuturlar vallahi. Bütün ülkeyi sonunda "Kos - ta - ri - ka" diye bağırtacaklar bunlar. Ya da mesela, Çin bir gol atarsa 60 milyon elimizde bardaklarla "çin çin" yaptırıp, sevinçten dans ettirecekler sonunda. Cip, mip; Prim, mirim; Dolar, molar yeter ya. Kendi sponsorundan nefret eden ilk milli seyirci de biz olacağız bu gidişle.
Çözüme gelelim. Deliysek de aptal değiliz deyip, Ulusoy’a iki tavsiyeyle bağlayalım. 1. Sen, sponsorun, futbolcun, girin bir odaya ne halt yerseniz yiyin. Kimden ne aldın, kime ne verdin o odada kalsın. Bizlere duyurma. Sinirlerimizi de bozma, 2. Doları sabitle. Hep kurdan az olacak değil ya, bu kez kurdan fazla olsun. Mesela 3 milyondan, 5 milyondan. Böylece 100 bin doların eder 300 milyar veya 500 milyar. O da mı az geldi. Nereden sabitlersen, sabitlersin. Ne istersen de verirsin. Bilmem anlatabildim mi?
Küçük birşey aklıma takıldı, içimde kalmasın. Program öncesi "Sen oynadın mı basketbol" dedin bana. Sonra devam ettin; "Bir guardın görevlerini bilir misin, ya da yaşadığı zorlukları ?" Ben de cevap verdim sana. Sorun spontaneydi, hoşuma da gitti.
Ama canlı yayında bir daha sordun. Hani "taammüden" gibi. Belki Şark kurnazlığıydı, belki de 20 yaşının saflığı. Canlı, canlı heyecanlı. Sustum tabii. Benim ne oynayıp oynamadığım değil, senin ne oynayıp oynamadığındı konu. Ama şimdi sana hoş bir teklif. Boş bir salonda bir gün buluşalım. Guard fundamentalım senden bir eksik çıkarsa, hadi iki diyelim, ne yazı ne yorum bundan sonra. Peki seninki benden eksik çıkarsa? Sonuçta sen milli takımın ve Efes Pilsen’in guardısın, ben ise senin bile tanımadığın kart bir guard. Bilmem anlatabildim mi?
Sevgilerimle Köyün Delisi
I ve II tuttu hemen. Onun için dedim ya biri birini gözetliyor. Ya da delinin biri kendini özetliyor. Seviyorsunuz, ne dedi, kim dediyi. Veya kim ne yaptı, kim kime şaaptıyı. İşte III o zaman.
Geçen perşembeye kadar sevgilim boldu. Cuma yazı çıktı, hepsi toz oldu. Çok da iyi oldu. Teke tek anlatamıyordum, toptan hallettim. Anlaşılmışmış artık birini seviyormuşum. Kimmiş peki. Boş verin, kadının teki. Hem bırakın ismi, mismi önemli olan cismi. Ne tuhafmışım ben, ne de farklı. Ne komik, bana da siz öyle geliyorsunuz. Hani Roma’ya gelen Japon’un "Siz Avrupalılar hepiniz birbirinize benziyorsunuz. Birbirinizi nasıl ayırt ediyorsunuz" demesi gibi. Sulandırmayalım.
Bir radyo programıydı. Kars’tan bir Binbaşı aradı. Önce övgü, mövgü faslı. Sonra aniden içeriden karısı bağırdı. Kapattı, tekrar aradı. Yeni evlilermiş, çok da mutlu. Bir de çocukları olmuş. O ağlıyormuş, ocakta kaynayan çay, karısı SOS vermiş anlayacağınız. Binbaşı patladı: "Sen anlamazsın gerçi, ama farklı dünyadansın". Geçirecek belli ve geçirdi de: "Etrafında bir sürü kadın, madın. Bazen Roma, bazen İstanbul. Ağzın da iyi laf yapıyor. Tip, mip, faça maça da yerinde. Bekarsın da besbelli. Zordur evlilik, çocuk mocuk". Ve devam edecekti. Kestim tabii. "Bana bak binbaşım" dedim. "Bırak çocuğu, çayı mayı, karını, beni iyi dinle. Söylediklerinin hepsi doğrudur. Hatta eksiği yoktur da fazlası çoktur. Evde sevdiğin bir kadına, bağıran bir çocuğa, demlenen çaya, bütün bu yaptığım işleri değişmeye hazırım desem. Hatta al İstanbul’u, ver Kars’ı. Bu kadar işi bir kadın, bir çocuk ve duman çıkan bir baca için yapıyoruz desem, inanmazsın zaten. Kadının binini bulmak kolaydır da, birini bulmak olaydır binbaşım. Hele bulmuşken"... Önce sesi kesildi, sonra telefon. Uçtu gitti, koca Binbaşı. İnanmadı tabii veya inanamadı.
Özdemir Erdoğan ile bitirelim, kıyağım olsun size. Mırıldanırsınız belki, kendi kendinize: "Bazen küçük bir an için ömür bile verilir... Deli diyorlar bana desinler..." Evet, desinler.
Hani neredeyse aramayan kalmadı. Küçüğü büyüğü, abisi mabisi, basketçinin eskisi, yenisi niye cevap vermedin diyorlardı. CNN Türk’teki Pivot’ta Kerem Tunçeri’ye onun dilinden, yani yayında onun kullandığı dilden cevap vermememi eleştiriyorlardı. Tek cümle söyledim herkese, iki de kelime: "Pas geçtim".
Poker ile anlatalım. Elimde floş ruayel vardı, açmadım "pas" dedim. Baktım iki asla açtı. Yani solumda oturan sevgili Aytek ve Oktay Mahmudi’ye güveniyordu belki de. Hem toydu, hem de belli ediyordu. Görsem önünde ne varsa alacaktım. Bile bile bir pas daha geçtim. O oyunu kazansın istedim. Masadaki üç - beş kuruşu da o alsın. Aldı da. Belki kazandığını zannetti. Ama bence kaybetti. Merak etmeyin, ona yayında söylemediklerimi ağabeyi Kemal Tunçeri’ye ve Çetin Çeki’ye telefonda söyledim. Kerem onların sorunu, hallederler. İçiniz rahat olsun.
NBA hastalarını hasta etmişsiniz. Fena halde de kızdırmışsınız, haberiniz olsun. İki sene önce 3 milyon olan NBA fiyatınızı geçen sene 6 milyona çıkartıp, yani hafiften gel gel yapıp, bu sene aniden Lig TV abonelerine bedava haline getirmişsiniz. Hani Lig TV’nin promosyonu gibi. Ama ayda 39 milyon fazla geliyor, NBA hastalarına. (Lig TV + standart + NBA) Süper paket de (Sinema + spor kanalları) 44 milyon. O da tuzlu onlar için anlayacağınız. Yalnız bana gelen şikayet mailleri neredeyse dört rakamlı sayılara ulaşacak. Haberiniz olsun.
Takvim çekimlerindeki fotoğraflarıyla geçen hafta her yerdeydi Asuman Krause. Fotoğrafları da müthişti doğrusu. Basketbol yazacakmış bundan sonra. Üstelik eskiden oynamış da.
Ama yanlış ülkede yazıyor. Keşke Amerika’da olsaydı. Mesela Chicago’da yaşasaydı. O karizmatik efsanevi menajer Jerry Krause’nin şehrinde. Soyadı her kapıyı açardı veya aralardı. Şimdi sorarsınız, meraklısınız ya, "Jerry’nin kızı mı, mızı mı" diye. O şişman, çirkin, kısa adamdan böyle kız çıkar mı? derim ben de. Ne yazacak, nasıl yazacak bilmiyorum. Önemli de değil zaten. Oyak Renault’un İstanbul’daki bir maçında 14 seyirci varmış. Maça yazmak için gelmesi, yeter de artar bile. Bırakın 14’ü 15’i; 45’i, 50’yi, takvimdeki haliyle gelse Türkiye - Yugoslavya finali gibi olur Abdi İpekçi. Hani böyle bir deyim yok ama bundan sonra olsun: "Vay be milli maç gibi kadın, helal olsun"...
SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024