Sonun başı, veya Delinin kuyuya attığı taşı. Ne derseniz deyin. Yani köşenin özeti anlayacağınız. Önce herkesin bildiği. Şubenin özelleştirilmesi, spektaküler yabancılarla sahadaki oyunun güzelleştirilmesi, formanın takımın, ismin cismin, sağına soluna, üstüne arkasına önüne, bilmem kimin adı, paranın tadı, sponsorla dost, sevgili birliktelik, hatta flört, evlilik, ciddi bir beraberlik. Üst yapının iddialı olması. Basketbol seyircisinin salonlara dolması.
Yukarıdakilerden sıkılıp, ‘Bunları biz de biliyoruz, değişik bir şey söylesene’ derseniz eğer o zaman aşağıdakileri okumaya değer deyip, her zamanki gibi bir köyün klasiğiyle bağlayalım. Bu üç futbol büyüğü veya üç basketbol küçüğü, ligin yedinciliğine, sekizinciliğine, dokuzunculuğuna değil, birinciliğine oynadıkları zaman, işte o zaman, of, aman aman. Türkiye’de basketbolun kaderi bir yıl, bir ay, bir hafta, bir gün değil, bir saat içinde değişecek. Değiştiren de basketbolun adının, gücünün tadının farkına varacak. Bunların hiç biri olmazsa da üçü birleşip tek takım olacak. Ya da kulübün kapısına bir tabela asılacak, üstüne de üç - beş satır yazılacak:
Sayın taraftarlar. Yerimizi değiştirdik. Arka sokağa geçtik. Spor kulübü olmayı değil, futbol kulübü olmayı seçtik. Yeni yerimize bekleriz. Bir gün piyangodan, lotodan birşey çıkarsa eğer, kapattığımız şubeyi tekrar futbol kulübümüze ekleriz.
BUGÜN kasketbol, ya da masketbol, ne derseniz deyin. Çarşamba Galatasaray - Fener maçındaydım. Olmaz olaydım. Keşke Abdi İpekçi yakınlarında ayağım kayıp bir çukura düşüp bayılıp, sonra ayılıp, içimden ona kadar sayıp, sonra canlanıp, acilde serumla kanlanıp, o maçı görmez olaydım. O Galatasaray’ı, o Fener’i de, tabii o seyirciyi de. Ama nerdeeee o şans nerdeeee.
Gerçi böyle derbiye böyle seyirci desek yeter de artardı bile. Veya derbi merbi olursa, seyirci de meyirci oluyor. Herkesin içinden söylediğini ben dışımdan söyleyeyim. Böyle seyirci olacaksa hiç olmasın. Bir tanesi bile salonlara dolmasın.
Küfürden rahatsızdık ya. Kara çarşamba küfürü bile mumla arar oldum. Keşke dedim yine analara babalara, hatta büyük ana büyük babalara sallasalar. Biri PKK diye bağırıyor, kahrolsun PKK. Bölücübaşı Galatasaraylı ya. Galatasaraylılar da, PKK’lılar da o zaman kahrolsun. Ne ince bir buluş. Ne zarif bir sunuş.
Diğeri Revivo’dan bağlantı kurup, o dar kafasında kurup İsrail’e iş koyuyor. Hani Revivo Fenerliyse, bütün Fenerliler de İsrail yanlısı, hepsi sanki savaş zanlısı, o da Fener’i öyle oyuyor. Karikatürün, esprinin, mizahin fıkranın, her köşede, her evde her yerde karşımıza çıktığı bu ülkenin çocuklarına bakın. Buldukları sloganların iğrençliğine, ucuzluğuna Allah aşkına kafanızı takın. Evet, bir maç için bütün bunlar. Biri sekiz, öbürü dokuz olmuş. Değer mi ? Üstelik yenen geliyor Efes’e, nefes nefese. Hani maçı, molası, devresi, devre arası, duşu muşu, sabunlanması kurulanması, yüz, yüz beş dakikada bitirilecek işi, çekilecek fişi.
Bu kadar gaddar olmaya, bu kadar kin ve nefretle dolmaya, PKK, İsrail deyip spora siyaset katmaya değer mi Allah aşkına ? Hadi bu taraftarın ayıbı. Dün çıkartıldılar. Ama çıkartılmasalardı salondan. Maç bitince, yöneticileri arkadan itince gidecekti oyuncuların tribünlerin önüne, selamlayacaktı onları. Birbirlerine PKK, İsrail diye bağıranları, kendilerini çağıranları. Sporcu onlar. Çıkıp gitsenize, protesto etsenize, selamsız, sabahsız. Yönetici de kameralara teşekkür edecek. Bu galibiyeti muhteşem seyircimize .........
Konuşan Fenerbahçe’nin sembol basketbolcularından biri. Üstelik hem cismi, hem ismi çok iri. Ve de kaptanı. İsmi bende kalsın. Yalçın abiye (Granit) dedim ki, diyor. Siz bari iyi bir takım kurun. Kurun ki biz de kuralım. Dediği yukarıdakiler. Demek istediği, diyemediği de aşağıdakiler.
Galatasaray yatırım yaparsa, bir - iki de iyi oyuncu kaparsa, çıkıp Fener’i de 20’yle, 30’la boğarsa Fener de kendine gelecek. Tabii Galatasaray da. Dolayısıyla basketbol da. Düşünün, Fenerbahçe’nin kaptanı kendi yöneticilerine değil, bir Galatasaraylı’ya, Yalçın Granit’e söylüyor. Takım kurun ne olur. Kilit cümle bu işte. Ya da şifre. Neyse ne. Amaç, Fenerbahçe’nin, Galatasaray’ın (tabii Beşiktaş’ın da) basketbol takımlarının yaşına başına, ismine cismine layık olması değil, ezeli rakibinin bir üstünde olması.
Mesela o kara çarşambanın ertesi günü. Yani bugünün dünü. Fenerli yöneticiler veya coachu, moçu, menajeri, etejeri. Diyecekler ki. Galatasaray’ı yendik ya. Daha ne istiyorsunuz. Sonra tabii aynı yalan, aynı dolan. Arkalarında da milyonlarca gariban, buna inanan. Müessese kulüpleriyle başedemeyiz ki. Efes, Ülker yani kastettikleri. Önemli olan da bundan sonrası. Biri, birileri, hatta binlerce birileri çıkıp şunu demeli. Peki, öyle olsun. Efes ve Ülker’le başedemezsiniz. Ama üçüncü Darüşşafaka, dördüncü Telekom, beşinci Oyak Renault, altıncı Karşıyaka ile de mi başedemezsiniz ? Ne işiniz var o zaman orada ? Gelin tribüne, oturun yanımıza şurda.
Şimdi sorsanız Galatasaraylılar’a bu herifi nereden buldunuz. Diyecekler ki çok az para verdik, oynarsa alacak, beğenirsek kalacak. Doğrudur. Az verdilerse eğer o zaten bu paraya değer. Bugün butunu göğsünü, derisini, gerisini ayırsak kalanı, kıyma yapsak, hatta içine biraz kuyruk yağı katsak, gram hesabı satsak verdiğimizi geri alırız.
Hani yine o Polonyalı gelip kenarda dursa, veya benchte otursa, görünüşüyle sağa sola korku salsa yine lafım yok. Üstelik oynuyor. Onu gören bir daha gelir mi maça ? Peki o garip Polonyalı, yürüyen Şemsettin, ah Kemal, yine hata ettin, Amerikalılar’ın düşkünü, biri siyah, biri beyaz giyer kış günü.
Cim - Bom böyle de Fener farklı mı ? Biraz Mrsic, bir çay kaşığı Weaks, bir tutam Bibo, bitmiş Bitim, bir - iki gencin sütü değilse süt tozu, düşünün bunlar da Fener’in kozu. Oynanan da basketbolun yoz oğlu yozu. Zaten olmuş biri sekiz, öbürü dokuz. Hani dün dedim ya; bağırıyorlar, biz bu turdan sonra yokuz.
Beşiktaş’ı da diğer ikisinden ayırmayalım. Yani kayırmayalım. Gerçi onlar görünüşte başarılı. Hatta en başarılı. Ligi üç büyükler aralarında oynuyorlarsa eğer, onların yedinciliği valla şampiyonluğa değer. Yedinci Beşiktaş, sekizinci Galatasaray, dokuzuncu Fenerbahçe. Üstündekileri tekrar yazalım ama. Altıncı Karşıyaka, beşinci Oyak Renault, dördüncü Telekom, üçüncü Darüşşafaka, iki Ülker, bir Efes.
Diyecekler ki şimdi, biz yabancısız oynuyoruz. Türk çocuklarına, gençlerine ilgimiz, basketbol bilgimiz, başkanımız Bilgili’miz, falan filan. Cevap cümle bile değil, yalnız iki kelime: Yok ya. O zaman niye yaygara yapıyorsunuz ? Futbol takımı anaların liginde kaldı diye. Alt tarafı üçüncü oldunuz. Basketboldaki gibi yedinci de değil. Satın Ronaldo’yu, Baya’yı, Stavrum’u, Khlestov’u, Myhre’yi, Asper’i. Çağırın sevimli hayalet Casper’i. Çıkıp ortaya bağırın, basketboldaki model başarılı olmuştur. Futbolda da aynı model uygulanacaktır. Görün bakalım ne olacak haliniz.
Ne dedi Bilgili ve Arat seçim öncesi. Süper yabancılar alınacaktır. İki şubeniz birbirinden ne kadar farklı. Hakikaten Siyah - Beyaz’sınız. Futbolunuz beyazsa basketbolunuz siyah. Desenize futbol kulübüyüz biz. Futbol takımı önemli bizim için. Basketbol takımı değil. Tabii bu son cümle yalnız sizi değil, diğer ikisini de bağlar. Basketbolseverlerin de anası bunun için ağlar.
SAYIN Turizm Bakanı’na 52 haftada 52 cümle kampanyasında bu hafta basketbol var.
Basket - Sepet
Ball - Top
Basketball - Sepet topu
Her dersten sonraki klasik cümlemizle bitirelim. Turizme olmasa da sayın bakana ufak da olsa bir katkımız olsun. Haftaya Lesson XVI.
SERİ İLANLARPazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi