G.Kore nereden bakarsanız bakın üçüncü sınıf bir takım. Hani çorba, türlü, pilav ve de hoşaf. Hepsi 1 milyon 250 bin.. Ucuz bir tabldot gibiler. Hepsi birbirlerine benziyorlar. Hem isimleri, hem cisimleri. Birini çalımlayıp geçiyorsun, bakıyorsun o yine karşında. Ya da ikizi diyelim. Bir çalım daha, bu sefer üçüzü çıkıyor karşına. Aynı yumurta ikizi gibiler. Sinir bozucu olan üçüz, beşiz hatta dokuzuz, onuz, onbirizler. Tüm takım sanki yumurtanın sarısından olmuş. Hepsi aynı gün farklı dakikalarda doğmuş. Hani biri hakemin kartı ile kızarsa, sahadan çıkıp çok kızsa, sonra çaktırmadan içeri sızsa fark edemezsiniz bile.
Ne bir yıldızı, ne de göze hoş gelen oyuncuları var. Koşarak, kovalayarak, yapışarak, sıkıştırarak, kısaca sıkıp bunaltarak oynuyorlar. Hem maçın, hem rakibin, hem de seyredenlerin içine ediyorlar. Bochum’da da öyle oldu. Brezilya’nın, Kosta Rika’nın gücü belli zaten. Çin de bunlar gibiyse eğer işimiz zor valla.
Bu kadar iyi ve çok yönlü, hatta arkalı önlü oyuncuyu hiç bir arada yakalamamıştık. Takımı demiyorum bakın. Hâlâ değiller çünkü, olamamışlar. Sahaya girenler, çıkanlar ve de orada olmayanlar.
Hatırlatalım; 1. Avrupalı Galatasaray’ın Bülent’i çıkıyor, yerine giren yine Avrupalı Galatasaray’ın Emre’si (Bu bölgede olmayanlar da Alpay - Ali Eren) 2. Çıkan Milanlı Ümit, giren Sociedadlı Nihat. 3. Ogün çıkarken, dahil olan Ergün, hani her Avrupalı kulübün listesinde olan. 4. Gol kralı İlhan Mansız girerken, çıkan da Blackburnlu Tugay. 5. Leverkusenli Yıldıray, Leicesterlı Mustafa İzzet ile değişiyor. 6. İnterli Emre çıkarken de giren Hasan Şaş. 7. Blackburnlu K.Hakan’ın yerini bıraktığı, yılların Abdullah’ı..
Şimdi yazacaklarımı dikkatle okuyun. Kaleye herhangi birini koyun, önüne Bochum’da olmayan Alpay’ı, Ali Eren’i. Ortaya Okan’ı, Sergen’i, Tümer’i.. İleriye de Arif’i, Ümit Karan’ı, Serhat’ı, Ahmet Dursun’u falan filan... Ne takım ama değil mi? İşte bunlar da Bochum’da hiç olmayanlar. Dakika değil saniye bile yer almayanlar. Bu kadar pırıltılı bir topluluğa bu kadar silik, donuk, sönük, kişiliksiz bir futbol oynatmak veya oynatabilmek.. Tek bir organize atak yaptıramamak. İlhan’ınki hariç, tek pozisyon üretememek için de özel bir yetenek olması gerekiyor insanda. Ya da özel bir çalışma yaptırmak. Şenol Güneş’e vallahi de billahi de bravo. Hani dese ki oyuncularına; "Grip oldum ateşlendim yatıyorum. Gelemeyeceğim maça. Siz kafanıza göre oynayın" bundan kötü oynayamazlardı. Peki niye böyle?
Biraz nostalji yapalım. Onlar (Emre Belezoğlu hariç) sistem içi yıldızlardı. Ya da takım oyuncuları diyelim. Tek tek seçilmişlerdi. Ümit Diyarbakır’da, K.Hakan Karabük’te, Emre çocuk bahçesinde, Fatih Akyel Bakırköy’de, Ergün kaderine terk edilmiş, Bülent Korkmaz satış listesindeydi. Okan da bir var, bir yoktu.
Hepsi iyi oyunculardı. Ama takım oyuncularıydı. Ve bir araya gelip müthiş bir takım olmuşlardı. Anca beraber, kanca beraber hep beraber, hep Terim’le beraber kalsalardı keşke. Yani onları fark edip, seçenle.. Sonra...? Biliyorsunuz zaten, dağıldılar Milano’ya Blackburn’a, San Sebastian’a, Parma’ya filan... Külkedisi gibi oldular. Gece yarısı belki ayakkabısız değil ama, formasız, şortsuz kaldılar. Futbol sihirlerinden sıyrılmışlardı. Çünkü birbirlerinden ayrılmışlardı.
Kısa keselim, fikrimizi hemen söyleyelim. Mesela Bochum’da.. Terim kenarda dursa veya otursa. Hafif kızarak baksa veya bir klark atsa. Hatta kendi oturmasa, tribünde bir fotoğrafı olsa. Hatta hatta yağlı boya resmi, veya karakalem karikatürü. Bu takım farklı oynardı. O kadar göçten ve tozdan dumandan sonra bile Bochum’da sahada Made in Terim, yedi oyuncu vardı.
Made in Terim oyuncular, Mustafa İzzet ve Nihat ve Tayfun. Winner iken Looser olmuşlar. Hücum eden takımlardan edemeyenlere gitmişler. Ya da ofanstan defansa.. Ne derseniz deyin, mesela Galatasaray’dan göç edenler. Dört şampiyonluğun üstüne bir UEFA Kupası kazanan takımdan gittikleri takımlara bakın. İşte Blacburn, düne kadar Parma, veya diğerlerinki Sociedad, ya da Mustafa İzzet’in Leicester’i.. Hep küme düşme korkusu yaşayanlar. Ve onlar bu duyguyu daha önce hiç tatmayanlar. Ve Emre, Okan, Ümit. Onlar da oynamayanlar veya çok az oynayanlar. Hem ritimleri bozulmuş, hem tempoları, hem de futbolları.
Peki elde winner hiç yok mu? Var tabii. Dedik ya bu kadro müthiş. İşte Ergün, işte İlhan Mansız, işte Hasan Şaş. Beşiktaş’ta, Galatasaray’da kazananlar yani. Elde hâlâ winner çok, ama onlar da ilk on birde yok. Şimdi Şenol hoca diyecek ki, "Bu hazırlık maçı". Bizim için hazırlık da rakipler için değil mi? Beş sene olmuş kazanamayalı. Madem hazırlık maçı vermeyin televizyondan. Basını da almayın, seyirciyi de. Çıkıp aranızda gizlice oynayın. Görmeyelim, boş yere başınıza çorap örmeyelim.
Saçmasapan Yıldız Savaşları ya da Bilgili, Arat.. Veya Ulusoy ve televizyondaki gafı, Canaydın - Albayrak flörtü, hatta Roma’daki üstad veya üstadlar hani kulaktan kulağa duyup, çokça uydurup duyduk duymadık demeyin diye sağa sola satanlar, ortalığı birbirine katanlar.. Stattan otele gidişi Kwai köprüsünden geçişe çevirenleri.
Evet hepsini bir kenara attım. Salı günü G.Kore ve bizimkileri görünce kağıdı kalemi aldım, balıklama maça daldım. Unutmadan, fazla takılmayın söyleyeceklerime, büyütmeyin de.. Hani derler ya, sence nasıldı? Onun gibi bir şey. Bence yani. Evet kısaca bence...
Sayın Turizm Bakanı’na 52 haftada, 52 cümle kampanyasında bu hafta renkler:
Blue (Mavi), Red (Kırmızı), Yellow (Sarı), White (Beyaz), Black (Siyah)
Her dersten sonraki klasik cümlemizle bitirelim. Turizme olmasa da sayın bakanına ufak da olsa bir katkımız olsun.
Haftaya Lesson XII.
Bu bir protesto toplantısı değil, bir başkaldırma da.. Dolayısıyla bir isyan da değil. Adı Beyin Fırtınası. Yöneten Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Aydan Gülerce. Tarih 1 Nisan, Saat 10.00. TSYD Levent Tesisleri’nde. Basketbolun A’sı da orada olacak, Z’si de.. Hatta federasyon temsilcileri bile. Basketbolla yaşayan herkese duyurulur.
Size önemli gibi gelmese de önemli bence. Mesela Hakan Şükür’e, her zaman yerin hazır demek, ya da bu forma hep senin. Mesela İlhan Mansız’a da bu forma senin değil, bu takımda da yerin yok demek değil mi aynı zamanda ? Bir Hakan’ı kazanmak uğruna geri kalan tüm santrforları kaybetmek.
Ya da antrenman oyuncuları Okan, Ümit, Emre için tüm maç savaşçılarını feda etmek. Ya da antrenman oyuncularıyla maç oynamaya devam etmek. Son bir örnek: İşte Hasan Şaş. Göç sonrası Galatasaray’ı nerelere taşıyor? Türkiye’yi aşıyor, ama milli takımda kulübünde oynamayan Emre’nin yedeği. İşte herkes buna şaşıyor.
İşi zor Şenol Güneş’in, Milli Takımın da bizim de.. Galiba fatura yine Haluk Ulusoy’a kalacak. O da malum inşallah, maaşallah, onun yardımıyla, onun izniyle değip, işi yine Allah’a havale edecek. Dualar kabul olunursa da eğer, primler fitre ve zekat olarak garibanlar yerine yine ceplere inecek.
SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024