Su yüz derecede kaynar denir ya inanmayın. Veya kuzeyde öyle olur diyelim. Eğer güneye inerseniz, mesela İtalya veya Türkiye’ye 70 - 80 derecede kaynar su. Ve tabii Akdeniz’in diğer ülkelerinde de.
91. dakika başladığında, Olimpiyat Stadı’nda ilk aklıma gelen buydu. İtalya’nın Roma’sı ile Türkiye’nin Galatasaray’ı idi 90 dakikayı oynayanlar. Yani İtalyanlar ve Türkler. Keşke yabancı oyuncu yasak olsaydı dedim kendi kendime sadece bu maçlık, her iki ülkede de. Aralarına serpiştirilenler, onlarda Arjantinli, Brezilyalı, bizde de Brezilyalı, Uruguaylı, Kolombiyalı’ydı. Güney Amerika karışımı yani. Oralarda 70 derecenin de altında kaynıyordu su. Türk’ü, İtalyan’ı, Brezilyalı’sı, Urugaylı’sı, Arjantinli’si Kolombiyalı’sı, 40 - 50 dereceye indirdiler Roma’da kaynama noktasını. Hoş aralarında bir Fransız da vardı. Ama Mösyö de Fransa’nın kuzeylisi değil, güneylisiydi. Alışıktı yani. 90. dakika bittiğinde ter, adrenalin, heyecan ve gerginlik tribünden bile görünüyordu. Kıvılcımın adı Lima oldu. Sonra da olanlar oldu. Gözlemci Yunanlı’ydı. Hani Akdenizli’nin halinden Akdenizli anlar misali. Hakem de Allah’tan İsveçliydi. O kadar sıcakkanlı arasında tek soğukkanlı. Öyle de yönetti zaten.
Bağlayalım. Pisi pisine denir ya. Maç sonrası iki takım aynı anda çıkarken biri deseydi ki "Birkaç dakika bekleyelim, çıksın Romalılar..." O biri yoktu Galatasaray kulübesinde. Belki de Galatasaray’ın ihtiyacı olan soğukkanlı bir menajer. Maçların önemi ve ağırlık derecesi arttıkça, ter, adrenalin, heyecan, gerginlik birbirine karıştıkça, böyle soğukkanlı biri olmalı.
Bugün çarşamba. Köyün Delisi’nin yazıldığı gün. Roma’dayım. Roma’dan Roma’yı yazacağım tabii. Hem şehrini, hem takımını. Hatta diğer takımını da. Lazio’yu yani. Ve tabii Romanisti ve Laziali’yi de.
Evet, Lazio bölgenin ismi. Roma da onun büyük oğlu. Laziali Laziolu taraftarlar. Hani kendilerini aristokrat sayanlar. Romanisti de Roma’yı tutanlar. Halk takımı, halkın takımı sayılanlar. Saha içindeki rekabet normal. Ama dışına da taşmış. Sınıf farkı bile yaratmış. Nefret ediyorlar tabii birbirlerinden. Mesela her taksi şoförü Romanisti’dir diyor bir Laziali. Taksiye binen her müşteri de bir Laziali’dir. Anlayın işte.
Roma’ya indiğimde şehrin yarısı elini kolunu iki yana açmış, uçar gibi yapıyordu. Diğer yarısı da bu kuş bozuntularına gıcık kapıyordu. 5 - 1’lik Roma - Lazio derbisinde dört gol atan Romalı Montella’yı taklit ediyorlardı. Ve onun gol sevincini. Şehir böyle olunca, kaldığımız otel de farklı olmuyor. Palatino Otel zaten evim gibi. Girer girmez bir kahve istedim. Espresso yani. Ben onu Romanisti zannediyordum, Fabio’yu. Hoşuna gitsin diye Caffe’alla Montella dedim (Sert olsun, Montellalı). Gelen kahve berbattı. Leş gibi kokuyordu. Bu ne ya dedim, ne biçim kahve. Ne bekliyordun Turco dedi kahveyi getiren Fabio. Sana Caffe’alla Zaccheroni yaptım (Zaccheroni’den nefret ediyor). Kahve de aynı onun gibi. Çünkü Laziolu’yum. Gülüştük. Galatasaray için Roma’dayız ya. Onu da katıp bağlayalım. Mesela Mecidiyeköy’de, Ali Sami Yen’in yakınlarında biri bir kahveye girse, kahvecinin ismi de Abdullah olsa ve dese ki Apo oğlum, iki çay yap. Biri şöyle tavşan kanı, demli, Terimli olsun. Öbürü de açık, limonlu, Lucesculu. Ya da iki çay yap, biri nasıl olursa olsun, ama benimki demli, tavşan kanı Terimli... İşte onun gibi bir şey...
Hedefim Avrupa’da oynamak diyor hepsi. Kullandıkları ortak dil bu. Ben de hadi oradan diyorum. Bilmesek, tanımasak yiyeceğiz belki.
Blackburn’ün, San Sebastian’ın neresi Avrupa. Hadi Parma şehrin zengini. Milano da Bağdat Caddesi’nin, Nişantaşı’nın biraz daha havalısı. Belki ayıp olacak ama, belki de biraz abartı, Milano’daki Bilgin’le, Milano’daki Ümit ve Okan’ın ne farkı var ? Onlar saha kenarında eşofmanlı, şortlu, Bilgin tribünde blucinli, montlu. Fark bu. Futbolda böyle de, peki basketbolda farklı mı ? Tam on ikiden bir örnek verelim. Mesela Şemsettin Baş. Galatasaray’ın, Fenerbahçe’ye yürüyerek 39 sayı atan oyuncusu. Çocuğu Saratov’a sattılar sezon başında. Ayıp be, insanda utanma olur. Sonra Şemsettin Avrupa’da.... Keşke görseniz Saratov’u, ya da sorup öğrenseniz. Kaçtı zaten oradan Şemsettin Baş. Daha kimler var, kimler. Menajerler, bu çocukların kafalarına giriyorlar. Elde kaset, film, gazete, dilenci gibi kapı kapı dolaşıp, pazarlıyorlar. Sonra utanmadan bir de Avrupa’ya sattık diyorlar. Oralar Avrupa’ysa, ya da Avrupa oralarsa .......... öyle Avrupa’yı. Dünyanın 24 saat yaşayan otantik, olağanüstü üç şehrinden birinden, İstanbul’dan gittikleri yerlere bakın. Ne diyeyim. Vah vah vah... Ama son bir dörtlük ekleyeyim. Mesela Şemsettin Baş’ın Saratov’daki sefaleti, eski Fenerbahçeli Tarık’ın Çin’deki esareti, hepsi bunların, ya transfer rezaleti. Ya da kandırılmış sporcunun cehaleti. Ne derseniz deyin.
Roma’ya ara verip Floransa’ya geçelim. Daha doğrusu bir Floransalı’ya. İstanbul’da yaşayan, İstanbul’u seçen, hergün evimin önünden köpeğiyle geçen. İsmi Leonardo. Bir İtalyan restoranında aşçıydı. Daha doğrusu aşçı falan değildi de, İstanbul’da ahçı oldu. Tabii her Floransalı kadar yemek yapıyordu. O da zaten yetip de artıyordu. Sonra sıkıldı, bıraktı. Çat pat Türkçe de konuşuyor.
Geçen gün isyan etti bana. İtalya’dan Türk futbolcularını anlatanlar, yorumlayanlar, hep mi iyi şeyler söylemek zorundalar ? Artık komik oluyorlar. Bir de örnek verdi. Mesela Hakan Şükür bir maçta pas vermiş. Top da taca çıkmış. Demiş ki anlatan, Hakan’ın harika pası. Ama takım arkadaşı bu pası anlamadı, yerini kaybetti, top da taca çıktı. Bütün Türkçe bilen İtalyanlar, yani Türkiye’de yaşayanlar bu yorumlardan çok sıkıldı, bıktı. Sonra ekledi. Bir Emre kalır orada, gerisi döner. Dönmeyen de oynamadığı için futbol hayatı söner. Ben de ilave edeyim. Söner veya döner. Hoş, dönmese ne olur. Davala olmuş on dakikalık futbolcu. O da iki - üç haftada bir. Okan müzmin sakat. Gerçi sağlamken de bir var, bir yok. Torino’daki veya Inter’deki Hakan’ı anlatmaya gerek var mı ? Parma’nınki denize düşenin yılana, pardon Hakan’a sarılması gibi.
Peki İtalya böyle de İspanya farklı mı ? Olan Nihat’a oldu. Genç yıldızı götüren Toshack kovuldu. Tayfun oynuyor, tamam. Allah aşkına sonuncu Sociedad’da oynasan ne olur, oynamasan ne olur ? Veya ikisi için yeniden düzenleyelim. Oynasalar ne olur, oynamasalar ne olur ? Fatih Akyel beceremeyip dönmüş, Oktay, Las Palmas’ta sönmüş, bir Boliç var oynayan. Üstelik onca gol atan. Onu da Galatasaray, Fener, futbolcu değil diye satan.
Ve İngiltere. Blackburn Rovers takımın ismi. Kör olsan, maçlarını seyredemeyip yanlız televizyon sesinden dinlesen zannedersin ki şampiyonluğa gidiyorlar. Puan durumuna bakın, düştü düşecek, gitti gidecek. Hadi Alpay da tamam. Peki niye böyle köyün delisi derseniz. Menajerler, menajerler, menajerler derim. Hadi bir arabaşlık yapalım. Hem siz, hem köşe rahatlasın.
Sayın Turizm Bakanı’na 52 haftada 52 cümle kampanyasında bu hafta gündem dolu olduğu için geçen haftaların tekrarı.
Haftaya Lesson X.
SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024