Bunu yurtdışına giden her sporcuya yapıyorlar. Şimdi de sıra Hidayet’te. Onu da dolduruyorlar. Etkiliyorlar da. Kimler mi bunlar, işte şunlar diyebilirim. Biliyorum çünkü. Ama polemik olmasın. Daha doğrusu olan Hido’ya olmasın. Kısaca yanındakiler diyelim. Veya Sacramento’ya gidenler. Sık sık yanında bitenler.
Pazar günü Pivot’ta Hido’nun bir söyleşisini yayınladık. Atlanta muhabiri Hande Atay’ın CNN Türk için özel yaptığı. Uzundu, 20 küsur dakika. İzlerken şaşırdım. Hido atıp tutuyordu. Medyaya, onu eleştirenlere sallıyordu. Özeti, medyanın ona karşı ilgisizliği, ona göre basketbolun "bösini bilmeyenlerin yaptığı eleştirilerdi.
Sonra sinirlendim. Hidayet’e değil tabii, onu dolduranlara. Çocuğun kafasını karıştırıyorlar. Sacramento ile şampiyonluk kovalayan Hidayet’i bakın nelerle uğraştırıyorlar. Futbolun lejyonerlerinden haftada bir, o da bir iki ufak haber girerken, Hüseyin ancak savaşta akla gelirken, MVP Mirsad’tan tık yokken, hele en medyatik ikili Şükür - Kutluay haberleri bile özlenmişken, tek Hidayet yazılıp, çiziliyor Allah’ın her günü. Eee, nedir o zaman tepkinin sebebi... Bu bir. İkincisi, Hido eleştirilerden rahatsızmış. Bu da nereden çıktı. Kimse onu eleştirmiyor ki. Bu kadar başarılı bir sporcu niye eleştirilsin ki zaten. Onun oradaki başarısını abartanlar eleştiriliyor.
Dikkat edin bu sefer ne kafiye var, ne mizah, ne teşbih. Brüt değil, net yazıyorum ki, net de anlaşılsın. Hido beni tanır, ne düşünürsem söylerim, lafı uzatmam. Kendi başım ağrıyacağına başkasınınkini ağrıtırım, bana ne. Girsin internete gazetelere baksın. İsterse çanak alıp, Türk televizyonlarını izlesin. Ondan fazla haberi çıkan bir lejyoner varsa eğer, o zaman bu söyledikleri kayda değer.
Derbi var ya pazar günü. Var tabii. Önce bir önceki günü. Yani derbinin dünü. Takılmama kızsalar bile, maç öncesini getirelim dile.
Ev sahibi ile başlayalım. Mesela hüzzam diyelim. Daum, üçlü defanstan dörtlüye dönerse. Ahmet - İlhan oynarsa, oynamazsa. Yan yana, alt alta, üst üste durup golleri bulup, çapraz koşarsa, orta saha alan daraltıp, hatta yok edip presle coşarsa, ya da oyunu kanatlara açarsa, geriyi sağlam tutup, ortada basıp, ileride goller saçarsa, ölme eşeğim ölme derler ya, kısaca Kartal uçarsa.
Kanarya ile saba olacak belki makamın adı. Serhat kenarlarda kalmazsa, Andersson indirirse, Apo, Fatih bindirirse, sıkıldım ben de hicaza geçip devam edeyim. Fener oyunu kanatlara açmalı, ortadan Ceyhun, Hakan kaçmalı. Johnson oynarsa, Rapajc için de koşmalı. Orta saha hep beraber basmalı, Kanarya şakımalı filan, falan.
Ve derbinin günü. Sonra derbinin öbür günü. Soru klasik zaten. Niye yenildiler. Cevap da neoklasik. Kanatlardan açmadılar, ortada basmadılar, pres yok, defans hatası çok, golle gelen şok, kısa keseyim, benim karnım bu laflara tok. Derlerse de eğer ama öyle söyledin dün. O dündü, bugün de bugün. Yarın da öbür gün.
Hande Atay bulup konuşmuş. Bütün Pivot’u, Hido’ya ayırmışız. Üstelik sonra Sacramento’da horozlar öterken, Hido’yu yatağından kaldırıp, "Canlı yayına bağlanır mısın ?" demişiz. O da kabul etmiş. Hem söyleşi, hem canlı bağlantı anlayacağınız. Son soruyu cevaplarken de süre dolunca özür dileyip kesmişiz. Kapatırken de sevgili Hido, şakayla karışık, benle barışık takılmış: "Lafı yine ağzıma soktun Bilgin ağabey".
Program bitince, bir dakika geçti geçmedi bir telefon çaldı. "Bir dinleyici" dediler, "Seni arıyor". Herhalde teşekkür edecek dedim. Hem canlı, hem cansız bağlantıya. "Ben" dedi, "Doktor bilmem kim. Ayıp değil mi bu yaptığınız. Lafı ağzına tıkadınız çocuğun". Hido’nun ağzına tıkmamıştım, ama doktorunkine tıkadım. Biraz geri adım attı. Dedi ki, "Galiba sonda söyleyeceğimi başta söyledim".
Müşteri her zaman haklıdır biliyorum. Yani dinleyici de, okuyucu da. Öyle mi? Bence her zaman değil. Programcı nasıl programcılığını bilecekse, yazar da yazarlığını. Dinleyici de dinleyiciliğini bilecek. O kadar kişinin ve Hido’nun emeğini pas geç, 50 dakikalık programın son 10 saniyesi için es, gürle. Yok öyle yağma. Bugün perşembe. Köyün Delisi’nin yazıldığı gün. Üç gün geçmiş, hala kafam o doktora takılı. İstediğimiz bir teşekkür. Hatta kuru bir teşekkür. Üstelik bunu hak ettik. Yok sonda söyleyeceğini başta söylemiş de falan, filan. Bir teşekkür et, ayıp ya.
Tel Aviv’e Ülker gitmedi. İyi veya kötü etti. Hoş bence de iyi etti. ULEB’in her türlü cezasını göze alıp gitmediler. Doğrudur, yanlıştır tartışılır. Ama önemli olan tavırdır, verilen karardır. Evet, tavırları hoşuma gitti. Ve ULEB de anladı ki, "Ne dersem o" ile olmuyor bu işler.
Hem sonra, hani diyorlar ya, Milan niye Kıbrıs Rum Kesimi’nde oynadı da İsrailliler ile, Ülker niye gidiyor peki Tel Aviv’e. Desem ki, UEFA’da Milan kuvvetli. Hani dört köşe toplarını hatırlayın. Her köşesi dolu, dolu. Para, güç, sponsorlar, Berlusconi filan. ULEB’de de Maccabi, o dört köşe toplarla oynayan.
Sayalım. Birinci köşe, son Avrupa şampiyonu onlar. İkinci köşe, ULEB’in üç kalesi varsa Avrupa’da biri Tel Aviv ve Maccabi seyircisi. Üçüncü köşe, sponsorları. Dördüncü köşe, ayrıntı gibi gelse de en önemlisi, 5 küsur milyon dolar ULEB’e ödedikleri televizyon yayın hakkı. Bizimkilerin ne ödediğini merak ediyorsanız eğer, o da yanlış bilmiyorsam tamamı 150 bin dolar. Hadi yazıyla da yazalım. Yüz elli bin dolar.(NTV, sezonun yarısından aldı, yayın hakkını). Ne bekliyorsunuz yani. Tabii "git" diyecekler Tel Aviv’e. Şimdi diyeceksiniz ki, "Deli - meli ama bak neler de biliyor".
Hani adam arabasının yanında oturuyormuş. Yoldan geçen bir deli, "Ne oldu" demiş. "Lastik patladı da, değiştirirken bijonları kaybettim, takamıyorum" Geri kalan üçünden birer bijon al, dördüncüye tak. İdare edersin eve kadar" demiş yoldan geçen. "Deliye bak" demiş adam, "Helal olsun, hiç aklıma gelmemişti". Evet deliyim demiş yoldan geçen, "Üstelik zır deli. Ama aptal değilim". Anlarsınız ya...
Ve tabii sigorta şirketleri. Onlar da bir alem. Kabahat Ülker’de. Karayipler’e giderken sigorta ettireceklerdi takımı. Ya da Seyşel’e. Ya da İbiza’ya, Mallorca’ya, Kos’a, Bodrum’a. Tel Aviv’e giderken sigorta ha. Aldılar işte cevabı: "Hayır". Kısaca hayır, uzunca ne demek. Sizin başınıza birşey gelebilir, risk büyük.
Açalım, konu deprem, yangın, sel, hırsızlık olmadığına göre yaralanabilirsiniz, hatta ölebilirsiniz demek. Sigortacılar riski göze almadı, Ülker de. Hani reklamlar veriyorlar ya oraya, buraya bu sigortacılar. Oluk oluk da para veriyorlar. Reklamın babası ayaklarına gelmişti, ıskaladılar. Editöryal reklam dedikleri bu işte. Üstelik parasız. Sigorta ediyorsun, her gazetede yazıyor, her televizyonda gösteriliyor. Bilmem ne sigorta, Ülker’i sigortaladı. Bir - iki de cafcaflı cümle. Mesela Genel Müdür’den. Mesela, "Her türlü riski göze alıp, Ülker’i sigortaladık. Onların arkasındayız". Evet, ıskaladılar. Küçük düşünmek de bu işte. Veya hiç düşünememek.
Sayın Turizm Bakanı, bu hafta doluyuz. İlk XII dersi tekrar edin lütfen.
Haftaya: Lesson XIV
SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024