Maçın öncesinden değil, çok öncesinden başlamak lazım Diyarbakır’da. Dedeman’da bir resim, 19. yüzyıldaki Diyarbakır. Hani resim gibi şehir denir ya, aynen öyle işte. Öyle de kalsaydı keşke. Made in Bilgin’ce devam edelim. Bir İspanyol veya İtalyan turizm filozofu lazım buralara, taa uzaklara bakan. Planlasaydı buraları, mesela İtalya’nın Toscana’sı gibi. Ve öyle de kalsaydı. Her sene 10 - 15 milyon turist alsaydı. Çarpıcı bir örnek, çarpsın diye sizi. Diyarbakır surları, Çin seddinden sonra dünyanın en uzunu. Hıncal Uluç, Galatasaray - Antalya kupa finalinde sonra yazmıştı: "Ben bunu bu yaşta öğreniyorsam, benim değil, bana öğretmeyenin ayıbı". Ben de ekliyorum: Tabii Güneydoğu’nun da milyarlarca lira kaybı. Ben Uluç’tan önce öğrenmiştim. Öğreten de rahmetli Gaffar Okkan’dı. Hatta onlarca radyo programı yapıp, üstelik üç günlük sakallı Diyarbakır’dan çıkıp, Toscana’ya satmıştım. Hatta aynı yaştaki bu iki bölgeyi abi - kardeş yapmıştım.
Staddan uzaklaşıp, fazla şaşırmayalım. Sabrınızı da taşırmayalım. Konukseverlik aynıydı. İzzet de, ikram da. Bulduğumuz herşey, ilk gece zaten umduğumuzdu. Klas Otel’deki sıra gecesinde, kulağımın içindeki kanuni, eksik olan tek şeyi söyledi: "Keşke Gaffar Okkan da olsaydı". Evet, herşey vardı, bir tek o eksikti. Ve de Okkan ile geçen gecelerde, yemeğin arasında inen beyaz perde ve anlattıkları. Polisin çalışması, Diyarbakırlı’nın ona alışması, hayatın canlanması falan, filan. Yani onda ilgi de vardı, aynı zamanda hafif hafif bilgi de. Hoş bir geceydi, ilk gece. Vali’nin garson gönderip, kanunu ve kanuniyi öbür bölüme alması. Sonra Ali Dürüst’ün o kanunu çalması. Samimiydi, renkliydi, keyifliydi.
Ve Diyarbakır Stadı. 15 bin kişilik dediler. Neti bu. Brütü de 18 bin filan o zaman. Üç tarafı upuzun blok apartmanlarla çevrili. Saydım, 200 küsur daire var sahayı gören. Yani yüksek olan. Her dairede en az 15 - 20 kişi maç - safir olarak dolan. Yani burada localar yok belki, ama daireler, locadan daha keyifli. Ev konforu da cabası. Üstelik kiraya dahil, seyretmesi maçı. Ne dolar, ne euro, ne kira parası. Basın tribünündeki çay ocağını işleten Turan ile laflıyoruz: "Yüzde 90 Galatasaraylı staddakiler". Tam o anda Cim Bom ısınmaya çıkıyor. Müthiş bir uğultu başlıyor, müthiş de bir protesto. Ben sormadan o cevap veriyor: "İlk defa oluyor. Fenerbahçe, Beşiktaş bile karşılanmadı böyle. Ali Sami Yen’deki 5 - 1 sinirlendirmiş onları. İkide, üçte bıraksalardı. Ne oluyor böyle beş. Hem kardeşiz diyorlar, hem de beşliyorlar". Hani Bülent Korkmaz’ın orta sahadan hayatının golünü attığı maç. Hem ona takılmışlar, hem de gol sonrası yaptığı sevince. Hani kol, yumruk, el hareketi filan. "32 yaşındayım" diyor Turan, "Galatasaray’ın ilk defa kaybetmesini istiyorum". Ve son cümleye ekliyor: "Yine de düşme korkusu yaşamasa Diyarbakır, bugün herkes Cim Bom diye bağırırdı, Galatasaray’ı tribünlere çağırırdı".
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010