Efes’in Naumoskili dönemiydi. Efes Pilsen salonlarda, Efes Tur’da dışarıda racon kesiyordu. Takımla seyahat eden gazeteciler döneminin altın çağıydı. Seyahat, önceleri utanç vericiydi. Anlı şanlı ağabeylerin, eskilerin mutlaka bir semineri, toplantısı oluyordu Efes’in maçı olan şehirlerde. Ve tesadüfen aynı günlerde. Ya da bir dostları, görülecek bir işleri. Ben de geleyim, paramı öderim diye başlardı Efes’in o zamanki Pano Natof yönetimiyle kurulan ilk bağlantılar. Cevap da hazırdı tabii. Başımızın üstünde yeriniz var. Davetlimiz olun. Parayı, karayı karıştırmayın. Veya Natof’un mesela muhabir Ahmet’e, ben seni istiyordum ama Mehmet’i yollamışlar, demesi. Sonra da muhabir Mehmet’i görüp keşke sen gelseydin, ama Ahmet geldi demesi. Eğlenceliydi.
Ters künde yapardı sevgili Natof o zamanlar. Gruplar daha da komikti. Bir - iki ciddi gazetenin ciddi muhabirleri, yazarları hariç genelde ismini cismini hiç bilmediğimiz, hatta hiç görmediğimiz insanlar doldururdu Efes Tur’u. Muhabirlere ulufe gibi hani. Ayrıca otelde geyik başlar, basketbolun kurtuluşu falan. Büyümesi, küçülmesi. İçilen iki - üç bardak şarap. Yenilen yemekler. Sonra sevgili Natof’un savcı edasıyla onu niye yazdın, bunu niye çizdin, niye orada oturdun, niye kalktın gibi soruları. Başı da, sonu da, berbattı anlayacağınız. Bir - iki denedikten sonra veto ettim zaten seyahatleri ve davetleri. Gerçi sonra hem Natof değişti, hem yönetim, hem Efes, hem de bu anlayış. Tatlı bir hatıra oldu bunlar da. Artık Efes Tur basketbol yazarlarıyla gidip geliyor. O günden bu güne kalan bir tek şey var. Benim bu davetlere hâlâ soğuk bakmam.
İçerideki basketbol davetleri de farklı değildi zaten. Basın mensupları vestiyeri ücretsiz kullanabilir, arabalarını ücretsiz park edebilir gibi itici cümlelerle başlıyordu yapılan aşağılamalar, daha davetiyeler dağıtılırken. Sonra kameramanlara, muhabirlere takınılan tavırlar, yemeğin veya bir - iki bardak içkinin onlara yine rencide edecek şekilde sunulması. Yok basın buraya, yok şuraya, yok oraya gibi hay size de basınınıza da dedirtecek duruma gelen davet organizatörlerinin söylemleri insanı çıldırtacak hale geliyordu.
İçeride de hiçbir davete katılmamaya karar verdim zaten. Ayıptır söylemesi denir ya, ama belki de değildir. Hatta şimdi yeridir belki de. 17 - 18 yaşlarından beri geziyorum tozuyorum geceleri. Dostumuz postumuz, çevremiz mevremiz, havamız tavamız da yerindeydi her dönem. Aynı şimdi olduğu gibi. Basketbol yazarlığıyla, çizerliğiyle etrafımıza ilave olan kalabalığı elediğinizde beş - on kişi kalıyordu belki de bana keyif veren. Onlarla da zaten özel buluşup takılıyorduk. Yetiyordu, artıyordu o da bana. O zaman ne gerek var davetlere. Bunları niye yazdık durup dururken ? Giriş yapmak için. Biraz sonra aşağıda geliştireceğiz. Okumaya devam edin.
O gece telefonum susmadı. Arayan arayanaydı. Niye gelmedin diyorlardı. Oteldeki 12 Dev Adam’ın kutlamasına çağırılmadığımı bilmiyorlardı. Hatta o geceden o an haberim olduğunu da. İsteyen işte yine bir davetten es geçilen bir gazetecinin hazin klasik öyküsü diyebilir. Okumaktan da vazgeçebilir. Ama bence çok şey kaybeder. Kısaca okumaya devam edin.
O gece 370 kişi vardı. Ve benim haberim yoktu. Umurumda mıydı ? Değildi. Zaten kafama takılan da davet değil, yıllardır uğraştığımız zihniyetti. O kafa siyasete, ekonomiye, sosyal hayata, her yere hakimdi. İşte o gece basketbola da hakim olduğu gibi. İstanbul’da herhangi bir şeyin, üstelik çok şeyin ilk 370’ine giren ben, basketbol gecesinin ilk 370’inde yoktum. Davet basketbolun başının evindeki özel davet olsa ve cebinden olsa 42 bin 423 kişi bile çağırıp beni pas geçebilirdi. Ama basketbolun davetiydi. Parayı Basketbol’un Vakfı ödüyordu. Yani bizim vakfımız. O zaman orada olmalıydım. Bırakın 370’i, 200’ü, 100’ü, belki de ilk 37’ye, 27’ye girmeliydim. Federasyonu aradım ertesi gün Güldal’a sordum. Yazıyı rahat okuyun diye bir ara başlık yapalım, hem siz sıkılmayın, hem de ben.
Güldal ile olan konuşmam vallahi Aziz Nesin’likti. Üst basını çağırdık dedi. Alt basın zaten yoktu. Bunlar o kafanın sözleriydi. Basın bile ikiye ayrılmıştı. Üst basın, genel yayın yönetmenleri, spor müdürleri, alt basın da ben ve benim gibiler. O kafa hep aynı şeyi yapardı. Üst basınla arasını sıcak tutar, alt basını onlara kontrol ettireceğini düşünürdü. Ama hep de yanılırdı. Üst basın, onun alt basını kontrol etmek için kullandığı bir yöntemdi. Daha doğrusu öyle zannettiği.
Ben de gelseydim dedim Güldal’a. 371 olurdu, ne olacak. Eğlence başlamıştı. Listeyi genişletirsek bini buluyoruz dedi sevgili Güldal,1000 kişilik ailemiz var bizim. Ben, babam, üç eniştem, üç ablam, yeğenlerim falan benim ailem 10 - 15 kişiydik yani. Başka ailem de yoktu zaten.
Listeyi fakslar mısın dedim. Herkese veremeyiz diye geldi cevap. Hoppala, şimdi de herkes olmuştuk. Gittikçe aşağılandığımı farkettim. İstanbul’daki 14 milyondan biriyim yani federasyonun gözünde. Komik olan, Basketbol Vakfı’ndan maaş alan Güldal’ın, basketbola değil, basketbolun başına gösterdiği sadakatti. Geçelim. Size antipatik de gelse, sıkılsanız da bu yazı önemli bence. Alınan tavırdan dolayı. Benim tavrımdan. Ama bir kere daha anladım; bu tip davetlere katılmayarak ne kadar haklı olduğumu. (Önemli not: Federasyon Asbaşkanı ve Milli Takımlar Sorumlusu Kemal Dinçer’e, Milli Takım Genel Menajeri Doğan Hakyemez’e, bu olaya gösterdikleri hassasiyet ve bana söyledikleri güzel cümleler için teşekkür ediyorum.)
Valla sıkıldım bu kadar racon kesmekten. Bu köşenin de bu günlük tarzını değiştirmekten. Ama nasıl anlatsam. Mesela ekmek, Kuran, evliya çarpsın ki, ne kızgınım, ne kırgınım, ne de bozuğum sana. Seni taaa Alman Lisesi dönemlerinden beri tanıyorum. Yine de basketbol için benden bir şey istersen yapmaya hazırım. Ama şunu unutma. İleride bir gün yine bir otelde bir davet olacak. O gün belki senin isminin önünde eski federasyon başkanı yazıyor olacak. Ama benimkinin önünde, arkasında sıfat olmayacak. Sadece Bilgin Gökberk. Saygılarımla.
İmza: Alt basından, basketbolun mıçı, Köyün Delisi.
ROMA’da Piazza Popolo’da, veya öbür Piazza’larda (meydan) çok yılbaşı geçirdim. Hep düşünürdüm, bizde niye olmuyor diye. Bu yılbaşı oluyor. Selamiçeşme Özgürlük Parkı’nda Efes Pilsen ve Kadıköy Belediyesi organize ediyorlar. Athena, Yonca Lodi, Emre Altuğ ve bir sürü DJ. Üstelik halka açık. Niye Selamiçeşme mi ? Başkan akıllı adam. İsmi Selami Öztürk. Her ilanda, her reklamda ismi gündeme gelecek. Fena mı ? O kadar reklam da hakkı belki de.
SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024