Bilgin Gökberk

Bilgin Gökberk

bilgingokberk@mail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Cüneyt Özdemir’in sevilen programının ismini alıp, içine dalıp, 2N’yi çıkarıp, K yerine G koyup, sonra tekrar okuyup, durdum günlerce. Galatasaray Neden, Nasıl ve Nerede şampiyon oldu, diye. Kocaeli’den beri düşünüyorum.
Evet düşünüyorum, düşünüyorum. Tam bulamadım derken ve hatta pes ederken, gerçi bulmuştum tabii bende herkesin bulduğunu. Veya kurduğunu. Ama tam değildi söylenenler, yorumlar. Eksik olan birşey daha vardı. Azalan pres, hücumcu Perez, Mondragon, iki stoper sanki as döper. Tabii hergün Ergün ve tabii taş gibi Şaş. 19 golün Arif’i, onun tarifi. Golsüz golcü Ümit bile ve Galatasaray’ın gerisi ile dar alan alanlar, toz dumandan sonra elde kalanlar, hepsi vardı. Ama eksik olan birşey daha vardı. Salı akşamı Siena yenince, Ergin Saporta’yı aldı denince, o şeyi de buldum. Şey değil, hatta şeyleri. Huzur, mutluluk, dayanışma, kaynaşma. Anca beraber, kanca beraber, kendi gücünüzü zorlayıp aşma. Düşünün hepsi hepsi veteran Naumoski, alt tarafı Karşıyakalı Stefanov. Üst tarafı Kıbrıs’tan Galatasaray’a neredeyse bedavaya gelen Tolbert, bizim Alpay, diğerleri yabancı, tek ya da çift İtalyanlı Siena. Belki toplanıp, gelseler Türkiye’ye, mesela şampiyon oluruz diye, üç bile olamazlar.
O zaman işte, güç Siena şehrinde yani. O cennet Toscana’nın, o cennet şehri hani. Hep huzur, no muzur gibi. Tam bir keyif şehri tipi. Düşünün rönesansın Floransalılar’ını bile adam yerine koymuyor onlar. Biz Sienalı’yız diyorlar. En iyi İtalyanca konuşanlar, eğitimi meğitimi, kültürü mültürü, tarzı, mutfağı, zevki, gustosu. İtalya’nın en değişik yüzü bunlar. Şehrin havası, Siena’nın şarabı, peyniri, tavası. Peki ne alaka Galatasaray ile şimdi. Niye 3N + 1G ile başladın, derseniz eğer, biliyorsunuz böyle bağlamayı seviyorum. O zaman aşağıdakileri okumaya vallahi, billahi değer.

İşte sihir de burada zaten. Ne alaka şimdi Siena ile Florya derseniz, deyin ama iyi dinleyin.
Evet ne Samandıra, ne Fulya, daha farklı Florya. Özerk onlar orada. Para pul olmasa da, sözler tutulsa, tutulmasa da, gidenin yeri dolmasa da, bir Jardel, bir Popescu, Hagi, Emre hatta Hakan’ın küçüğü, büyüğü, Ümit, Okan falan filan olmasa da, olanlar, yani onların yerine Florya’ya dolanlar. Birkaçı da sezon ortası out of order olanlar. İşte onun için birşey var orada. İster arkadaşlık deyin, ister sevgi, birbirine inanma, eleştiriden dolup motive olma, ya da bir aile gibi. Kolombiyalı, Uruguaylı, Brezilyalı, Marsilyalı, Türkler ile tam bir sıcakkanlı, duygulu sülale tipi. Sülalenin bağı, Albayrak’ın sevgi ağı. O işte onları şampiyon yapan.
Bir lig kadar fazla oynayıp, sıkılıp doymayıp, belki yanılıyorum, ama hadi Siena böyle, peki Florya da mı öyle, söyle derseniz, Köyün Delisi söyle, orası kurtarılmış bölge. Onun için diyorum ya, ne Samandıra, ne Fulya, orası Florya. Sene başında Galatasaray şampiyon olur denseydi, söylenecek tek cümle vardı: "Yok ya!". Ama işte orası Florya.

Onlar, o dönemin teknik direktörleri. İtalyan futbolunun, katenaçyonun sinyorları, sörleri. 80’in az öncesi ve çok sonrası deplasmanda bir puan alıp, evinde 1 - 0’a yatanlar ve böyle göze batanlar. 90 değil, 900 dakika oynasalar, eğer istemezlerse gol yemezlerdi. Ama atalım da demezlerdi.
Katenaçyo dedim ya kısaca. Trapattoni, Bayern Münih’teydi. Bir maçta son 10 dakikada iki yiyip, 1 - 0 öndeyken, 2 - 1 yenilmişlerdi. Maçtan sonra isyan etti. "Alman futbolunda eksik olan işte bu" dedi. "Defans bilmiyorlar. Bir İtalyan takımı son 10 dakikada eğer istemezse gol yemez. Nuh deyip, peygamber demez".
Lucescu da onlardan biri işte. Oradan okullu, diplomalı hani. İSE damgalı, TSE’nin oralısı. İtalya Standartları Enstitüsü yani. Deniyor ya, bu Galatasaray ile vallahi helal olsun. Bu Galatasaray isterseniz Zidane, Figo, Romario, hatta yaşı küçülmüş Puscas, Pele, Cruyff ile dolsun, o yine böyle oynatır. Aman Figo çok çıkma, Zidane oğlum fazla açılma, Romario sağa sola çok saçılma. Inter’de, Brescia’da da Lucescu, bu Lucescu’ydu. Değişen birşey yok ki. O aynı Lucescu. Onun gibisi de Çizme’de o kadar çok ki.

Fatih Terim’in Fiorentina’da olduğu senenin ya yılbaşı günüydü, ya da bir önceki günü, yani dünüydü. Daha önce yazmıştım. Biraz değiştirip, tekrar Köyün Delisi’ne alalım. Biraz daha oralarda kalalım.
Cafe Gilli’ye uğramıştım, bir espreso için. Barmen bağırdı: "Turco, Terim Savoy’da". Gittim, Fatih Terim oradaydı, dostlarıyla. Sonra laf lafı açtı, ben de takıldım. Aman hocam dedim, ne olur kırmızıda geçme, yerlere tükürme, ya da alışveriş yapınca fiş almayı unutma. Saha içinde çok başarılısın, orada bitiremezler işini. Ancak kırmızı ile yeşille, almadığın fişle çekerler fişini. Bunlar bırak yabancıyı, komşusu Pizalı’yı, Siena’lıyı sevmez, adam yerine koymaz. Romalı’ya "Önümde eğil", hele Sicilyalı’ya "İnsan değil" derler. İşin zor. Rönesans’ın çocukları için zordur bir yabancıyı benimsemek. O kupayı, yani İtalya Kupası’nı sana kaldırtmamak için herşeyi yapacaklar, sonra yine bir İtalyan bulup, ona tapacaklar.
Evet sonra Fiorentina finale kaldı, ama kupayı bir İtalyan, Mancini eline aldı. Keselim, burada bırakalım. Ben de sıkıldım, ben söyledimdi, dedimdi. Ama o kupa yüzde yüz Made in Terim’di.

Floransa - Siena arası 2 - 3 dolar bile tutmaz otobüs parası. Altı üstü 60 kilometre. Tas da aynı yani, hamam da. Sienalı, Floransalı’dan daha mı farklı. Değil tabii. O da "Ben" der, "Sienalıyım, en büyüğüm. En asil, en kültürlü, en soylu, en boylu, en, en, en, en de benim".
Peki bu Ergin Ataman o zaman, ne hesap. Yanında asistanı Gökhan, bu aşı nasıl tuttu. O Siena, bu iki Türk’ü nasıl hazmedip, yuttu. Hadi Ergin İtalya’da doğmuş. Türkiye’de İtalyan eğitimi ile yoğurulmuş. Dili, mili falan, filan. Doğrudur. Daha doğru olan bence, Terim Floransa’dan gidince, Fiorentina’nın başına gelenler. Ya da Fiorentina’ya gelince ona verdiği can, İtalyan ligine kattığı heyecan, değişen İtalya futbolunun tadı, büyüyen Terim adı, sonra Gori felaketi, Terim gidince de tükenen futbol bereketi.
60 kilometre uzaktaki şehre Türkler’in gelişi, Ergin’in Siena’yı yukarılara itişi (Terim gibi). Evet biraz uçuk, kaçık da gelse, doğrusu böyle. İmparator’un büyüğünün, küçüğüne örnek olması. Bu iki Türk, Akdeniz kanlıydı, çok canlıydı, çok heyecanlıydı. Büyüğü gitti ama küçüğü mutlaka kalmalıydı. Çünkü onlar Siena’lıydı. Floransalılar’dan farklıydı. Fiorentina yanlış yapmıştı. Onlar yapmadı. Ergin Ataman devam etsin dediler. Makarnayı da Floransa usulüyle değil, Siena sosuyla yediler.

Dördü birden geliyorlar Pazar 16.00’da. CNN Türk’e, Pivot’a. Benimle beş oluyoruz. Yani beşimiz bir yerde. Ya da beşimiz aynı yerde. Aydın Örs, Çetin Yılmaz, Tolga Öngören, Murat Özyer ve ben.
Basketbolu konuşacağız. Basketi, bolu ve basketbolu. Ama belki daha çok ilgilendireceğiz futbolu. Hatta bilgilendireceğiz de. Örs’ten önceki milli takım coachlarından Çetin, nasıl şimdi Örs’ün asistanı olarak çalışıyor. Tofaş’ı şampiyon yapan Tolga, ikinci asistanlığa nasıl alışıyor. Her eve lazım Murat, üstelik biraz gölgede, gözükmeyen bölgede, birşey beklemeden, hiç teklemeden falan, filan...
Indianapolis’e üç ay var. Kore - Japonya için ama zaman dar. Son pişmanlık fayda vermez. Benim aklım da daha fazlasına ermez. Üstüme düşeni yapıyorum ve dördünü çağırıyorum. Ve son kez avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Bir antrenörün nesi var, dört antrenörün sesi var. Bu programdan futbol ne çıkartır, ne kadar çıkartırsa o da yanına kalır kâr.

Sayın Turizm Bakanı bugün yerimiz dolu. Lütfen yine eski dersleri tekrar edin.
Haftaya Lesson XVII

SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi