PKK’nın barış karşıtı ideolojik bağnazlığı hiç değişmedi.
1993’te Abdullah Öcalan tek taraflı ateşkes ilan ettiğinde bu söze bağlı kalmadılar ve 33 askerimizi şehit ettiler.
Şimdi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, PKK’nın kendisini feshettiğini açıklaması şartıyla Abdullah Öcalan’a yaptığı çağrı, yine Kandil’i rahatsız etmiş olacak ki, örgüt bu kez de savunma sanayi kuruluşu TUSAŞ’a saldırdı.
Bu saldırı, örgütün devletin savunma kapasitesini zayıflatma çabası olarak yorumlanıyor ancak bu saldırı aynı zamanda, PKK’nın barışçıl çözüm taleplerine ve iç siyasetteki Kürt temsilcilerin varlığına nasıl bir engel oluşturduğunu da gözler önüne sermekte.
Örgütün silah bırakmayı reddetmesinin arkasında yalnızca stratejik kaygılar değil, aynı zamanda kimliksel bir çatışma kültürü ve ekonomik çıkarlar da yatmakta.
PKK, kurulduğu günden bu yana Kürt halkının haklarını savunma iddiasıyla hareket eden bir silahlı örgüt olarak kendini tanımlasa da zamanla “çatışma kültürü” örgüt içinde bir kimlik unsuruna dönüştü.
Bu kültürel yapı, örgütün şiddet üzerinden kendini var etmesine neden olurken; silahların bırakılması ya da örgütün tasfiye edilmesi gibi talepler, bu kimliğin tehdit altında hissetmesine yol açmakta.
Çünkü artık biliyoruz ki, PKK’nın silah bırakmaya yanaşmaması, örgütün ekonomik ve siyasi çıkarlarıyla doğrudan bağlantılı. Özellikle uyuşturucu ticareti, silah kaçakçılığı ve yurt dışındaki diaspora bağlantıları, örgütün silahlı varlığını sürdürmesini teşvik ediyor. Bu bağlamda silah bırakma kendini feshetme çağrısı, örgütün kendi varoluşsal kimliğine yönelik bir tehdit olarak algılanmakta.
Bu da PKK’nın bölgedeki Kürt halkının refahından çok kendi ekonomik devamlılığını korumayı öncelik haline getirdiğini gösteriyor.
Örgütün şiddet yanlısı ideolojik bağnazlığı, iç siyasetin barışçıl bir aktör olarak varlık göstermesinin önünde de ciddi bir engel.
Kürt siyasi hareketi, yerel yönetimlerde ve parlamentoda yasal yollarla önemli bir destek kazansa da PKK’nın varlığı, bu desteği kısıtlamakta ve Kürt halkının demokratik taleplerinin önünde engel oluşturmakta, diyalog kurmasını ve ortak çözümler geliştirmesini zorlaştırmaktadır.
Bu noktada, PKK’nın lider kadrosu, örgütün temel ideolojisini koruma adına silahlı mücadeleyi bir araç değil, bir amaç olarak gördüğünü iddia edilebilir. Ancak Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan yaptığı barış çağrılarına rağmen, örgüt lider kadrosunun barış sürecine yanaşmaması, ideolojik bir bağlılığın ötesinde, kadronun kendi çıkarlarını koruma amacına da işaret etmekte.
Silahsız bir PKK, lider kadro için otorite kaybı anlamına geleceğinden, örgütün mevcut liderleri barışa yönelik adımları reddetmekte.
Bu bağlamda, lider kadronun örgütün stratejik çıkarlarını koruma adına Kürt halkının çıkarlarını göz ardı ettiği ve ideolojik bir saplantıyla hareket ettiği söylenebilir.
PKK’nın Suriye ve Irak gibi çatışmalı bölgelerde edindiği stratejik alan ve YPG ile olan bağlantısı da silah bırakma ihtimalini azaltmakta.
Sonuç olarak PKK’nın silahlı mücadelede ısrar etmesi hem Kürt toplumuna hem de ülkenin demokratik çözüm arayışlarına zarar veriyor.
Örgütün ekonomik çıkarları, kimlik haline gelmiş savaş kültürü, iç siyaset yerine silahı tercih etmesi ve ideolojik bağnazlık gibi unsurlar, PKK’nın barış ve çözüm sürecine karşı direnç göstermesinin temel nedenlerini oluşturuyor.
Ancak PKK’nın bu pozisyonunun sorgulanması ve örgütün barışçıl bir dönüşüm geçirmesi, yalnızca Türkiye’nin değil, bölgedeki Kürt halkının da huzurlu bir geleceğe kavuşması adına kritik bir adım olacaktır.