Toplumsal nefret eğitim ve zihniyet sorunudur. Bu konuda en büyük görevlerden biri de medyaya düşüyor. Medya kutuplaşmaların önüne geçmek, kelimeleri ve imgeleri doğru yerde, doğru şekilde kullanmak zorunda… Üstelik bir arada yaşama ve öğrenme kültürüne hepimizin en çok ihtiyacı olduğu bir dönemdeyken…
Buna rağmen görünen o ki; herkes kendisine bir çatışma alanı yaratmış: Herkes bir diğerini hizaya sokmaya çalışıyor. Siyaset çatışma ortamından, sokaktaki vatandaşı da linç kültüründen besleniyor. Dolayısıyla
nefret suçunun çıkış noktası nefret söylemidir.
Bakın tarihimize… Arşivler nefret söyleminin suça nasıl dönüştüğünün sayısız örnekleriyle dolu. Bir grubun, diğer grubu nasıl hedef haline getirdiğini, “kimlikler” üzerinden nasıl algı yaratıldığını, nefret söylemlerinin toplu katliam gibi eylemlere nasıl dönüştüğünü, dönüştürüldüğünü artık hepimiz biliyoruz.
Tehlike hala geçmiş sayılmaz..
Medyada son günlerde ayrımcı, ırkçı, nefret söylemi ve nefret suçu içeren haberlerdeki artış nefret söyleminin olası sonuçları bakımından önemini ortaya koymakta…
Birbirinden bağımsız gibi gözükse de birbirini tetikleyen örnek çok…
***
Prof. Dr. Mustafa Aşkar’ın “Namazı hayvanlar kılmaz, namaz kılmayan hayvandır” demesi gibi… Gerek siyasetçiler gerekse kamuoyundan tepkiler yükselince birçok gazete ve internet siteleri Aşkar’ın sözlerinin yanlış anlaşıldığını ve özür dilediğini yazdı, bazı gazetelerde tam aksini iddia etti ve Aşkar’ın sözlerinin arkasında olduğunu belirtince okurlarında haliyle kafası karıştı:
Özür diledi mi dilemedi mi? Bu sözler bir nefret suçu mu ifade özgürlüğü mü?
Basında yer alan ‘özür dilerim’ ya da ‘sözlerimin arkasındayım’ ifadeleri açıklama metninde var ama herkes kendi anlamak istediği yerden kullandığı için ‘eksik’ anlatım… Prof. Dr Aşkar büyüyen tepkiler üzerine yaptığı açıklamalarda hem özür diliyor ama aynı zaman da özür dilemiyor. Sözlerinin arkasında olduğunu İslami gelenekte kendi söylediklerinden daha ağır ifadelerin yer aldığını iddia ederek savunuyor. ‘Mesela’ diyor; “Şafii mezhebine göre namaz kılmayanlar öldürülürken, Hanefi mezhebinde ise namaz kılmayanların hapsedilmesi fıkıh kitaplarında açıkça
ifade edilir.”
Dolayısıyla okurlarımız haklı. Aslında ortada bu sözlere ilişkin bir özür yok.
Özrü sadece üslubuna ve incinenlere yönelik…
***
Ben Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan yapılan açıklamayı daha anlamlı ve önemli buluyorum.
“İnsanların inanç ve ibadet özgürlükleri hedef alınarak tezyif ve tahkir edilmesi asla kabul edilemez. Kuran-ı Kerim ayetlerinden ve konuya ilişkin diğer dini metinlerden böyle bir çıkarımda bulunmak İslam’ın hikmet dili ve rahmet mesajıyla bağdaşmaz” diyor.
Milyonlarca insanın izlediği bir kanalda, devletin televizyonunda bir dekanın “Namaz kılmayan hayvandır” sözlerini başa çıkartıp, diyanetin açıklamasını altında görürseniz gerçekten ‘inançlı’ olanları değil ama ‘gerici’ bir zihniyeti namaz kılmayana karşı cesaretlendiren bir eyleme dönüştürürsünüz.
Oysa medya; bir hukuk devletinde, sadece inancın koruma altına alınamayacağının da altını çizmek zorunda. Daha da önemlisi; toplumu kutuplaştıran ve geren baskıcı uygulamalardan fayda sağlanamayacağı, halkın barış ve huzur içinde yaşaması için sorumlu davranması gerektiği, kimsenin bir başkasının inancını sorgulama ve ahlak polisliğine soyunmaya
hakkı olmadığı algısını da yaratmak zorunda.
Bunu yaratmadığında ‘namaz kılmayanlar hayvandır’ diyen bir profesörden ‘içki içmek günahtır’ diyenlerin, bir etkinliği basıp insanları darp etmesine, homofobik ve transfobik bir vakfın da bir grubun yürüyüşüne duyduğu nefreti açıkça tehdide dönüşmesine kadar uzanır…
Medya editörlerinin dikkat etmesi gereken şey; nefret söylemi ile düşünce özgürlüğü arasındaki o ince çizgi… Bu tür söylemlerdeki üslup, olası sonuçları açısından bir grubu tehdide, hedef göstermeye, kışkırtıcı eyleme, linç kültürüne dönüşür mü dönüşmez mi?