Türkiye medyasını kamplaştıran, soruşturma, yargılama ve delil toplama yöntemleriyle siyasi gücü ve yargı bağımsızlığını tartışmalı hale getiren Ergenekon davasında, Yargıtay yerel mahkeme kararını bozdu. Daire, hukuka aykırı dinlemeler, gizli tanık beyanları, aramaların hukuka aykırı yapılması gibi usul gerekçelerinin hepsini bozma nedeni saydı.
Ergenekon davasının dokuz yıl süren soruşturma ve yargılama süreci sadece siyasi ve hukuki açıdan değil, kamuoyunun doğru bilgilendirilme hakkını korumakla yükümlü medya içinde önemli bir sınav sayılmalı. Çünkü bu dava aynı zaman da medyanın dezenformasyon haberciliğine de en iyi örnektir.
Haberlerle algı operasyonu
Türkiye medyasının önemli bir bölümü Ergenekon dava sürecinde meslek ilkelerini çiğnedi. Binlerce sayfalık iddianamedeki suçlamaları ya tamamen reddetti ya da tamamen sahiplendi. Sanıkları, delilleri, iddiaları araştırmadan yayımladı. Davanın tarafı durumuna gelerek toplumdaki kutuplaşmayı daha da derinleştirdi. ‘Yüzyılın davası’ ya da ‘Derin Cumhuriyet’le hesaplaşma’ tarzı manşetlerle kesin hükümlere yer verdi. Bazı medya organları Ergenekon örgütüne atfedilen suçlamaların ‘derin devlet’ bağlantılarını, asker-sivil uzantılarını ortaya çıkarmaya çalışırken, bazıları iddialarla örtüşmeyen sanıkları ‘etik ve hukuk’ süzgecinden geçirmedi bile... Aksine, kamuoyunda algı oluşturan bilgi kirliliğine neden oldular. Manipüle haberlerle suça göre sanık değil, sanığa göre suç yarattılar. Silahlı eylem veya eylem hazırlığı içinde oldukları iddia edilenlerle, örgüte üye olmakla suçlananlar arasındaki çelişkileri hiç sorgulamadılar...
Meslek etiği unutuldu
Elbette davayı meslek etiği açısından izleyen, araştıran, sorgulayan basın mensupları da oldu. Ancak yaratılan siyasi atmosfer bu meslektaşlarımızın seslerini yeterince çıkartamamasına neden oldu. Türkiye’nin derin devlet yapılanmalarına işaret ederek davanın önemine vurgu yapanlar siyasi iktidara angaje olmakla, davadaki hukuksuzluğu dile getirenler, davanın gidişatından endişe duyanlar ise darbe yanlısı olmakla suçlandı.
Oysa Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (FİJ) tarafından kabul edilen gazetecilik meslek ilkelerinin birinci maddesi doğru habercilik üzerinedir: “Doğruya ve kamunun doğruyu öğrenme hakkına saygı göstermek gazetecinin birinci görevidir” der. Hazırlık soruşturması sırasında soruşturmayı zaafa uğratan, yönlendiren tarzda haber verilmesinden kaçınılması gerektiğini söyler. Yargılama sürecinde haberlerin her türlü önyargıdan uzak ve kesinlikle doğruluğundan emin olunarak sunulmasının önemine değinir. Gazetecinin yargı sürecinde taraf olamayacağını, mahkeme kararı kesinleşmedikçe bir zanlı veya sanığın suçlu ilan edilemeyeceğini, haberlerde
ve yorumlarda suçluymuş gibi değerlendirme yapılamayacağını söyler.
Sonuç itibariyle bu dava daha bitmedi... Türkiye medyası temiz bir sayfa açmak istiyorsa, suçluyla suçsuzun birbirine karıştırıldığı, hukukun günlük politikalara göre şekil aldığı siyasallaşan davaların tarafı olmamayı öğrenmek zorunda… Bu aynı zaman da bir meslek sınavıdır. Kuralımız basit: Dürüst ol, adil davran, gerçeği yaz...
TÜMÖR MÜ KANSER Mİ?
Gökçen Alkara Kızılkaya adlı müzik öğretmeninin beynindeki iyi huylu tümörler 12 saat süren bir operasyonla alınıp sağlığına kavuşunca Milliyet haberi “Müzik aşkıyla kanseri yendi” başlığıyla haberi verdi. Haberin içinde ‘tümör iyi huylu’ ibaresi yer almasına rağmen editörün attığı başlıkta genç kadının kanser hastası olarak sunulmasına aile ‘kanser değil, tümör’ diyerek itiraz ediyor.
Doktor Adem Şentürk şöyle diyor: Tümör aslında şişlik demek. Ve yine aslında kanseri de içermekte. Yani tümör iyi ve kötü huylu hepsine verilen bir adlandırma. Kanser ise kötü huylu tümör demektir. Fakat bu haberinizde asıl önemli olan şu: tümörler müzikle yok olmamış, elbette müzik aşkı yaşamda tutunma ve bilinmeyen etkilerle mutlaka faydası olmuştur. Ancak ameliyatın başarısı yok sayılamaz.”