Türkiye’nin gündemi sürekli değişiyor. Bir olayla ilgili bir durum tespiti yapmak ya da gelişmeleri değerlendirmek ya da bir çözüm üretmek mümkün değil. Anında başka bir olay patlak veriyor. İşin tuhaf yanı “farklı” gibi görünen hep “aynı” olaylar. Ortak noktaları kötülük! İsimler değişiyor, tarihler değişiyor, mekan değişiyor, olayların nedeni, niçini, nasılı değişiyor ama olayın kendisi değişmiyor.
Birkaç gündür sosyal medyada paylaşılan, zaman zaman yazılı ve görsel basında da yer bulan birkaç dakikalık, 100’e yakın video izledim. Çoğu mobeselere yakalanmış, bıçaklı, sopalı, silahlı çığırından çıkmış insanların sudan sebeplerle yol açtıkları şiddet üzerine. Bir kısmı da insanları aşağılayarak komiklik yaptığını sananları konu alan videolar.
***
Mesela medyada da geniş yer bulan, yoğun bakımda yaşlı bir kadının yüzüne para fırlatarak, onu aşağılayan, dalga geçen sağlık personelinin videosu. İzlediğim şey Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin “Bir insanın nasıl güldüğünden terbiyesini, neye güldüğünden akıl seviyesini anlarsınız” ifadesinin vücut bulmuş hali gibiydi. Utanç vericiydi. Medya bunu yapan sağlık personeli hakkında soruşturma başlatıldığını, dört kişinin tutuklandığını yazmakla yetindi… Peki bu kadar mı? Sağlık personelinin ifade verirken “eğlence amaçlı yaptık” savunmasını değerlendirmeyecek miyiz? Tabii ki eğlenme amaçlı yapmışlar bu o kadar belli ki! Birkaç yıl önce ölüm döşeğindeki hastalarla selfie çekip, aşağılayıcı yorumlarla bunu sosyal medyada paylaşan hemşirenin kendi kendine eğlenmesi gibi. Sorun da bu zaten. Bu kötülüğü eğlence sanmalarında. Ve bizim asıl meseleyi es geçmemizde. Asıl mesele, ne oldu bize? Eğlence anlayışımız mı değişti? Nasıl bir nesil yetişti ki, kötülüğü, çirkinliği, utanç verici uygunsuz söz ve davranışları eğlence olarak algılayabiliyor?
Nasıl bir nesil yetişti ki, kötülüğü, çirkinliği, utanç verici söz ve davranışları eğlence olarak görebiliyor?
***
Neye güldüğümüz ya da neyin bizi eğlendirdiği kadar, neyin bizi öfkelendirdiği de önemli. Görünen o ki, sadece eğlence anlayışımız değişmemiş. Kendi istediği olmayınca fevri davranışlar sergileyen insanların şiddet eğilimi de dehşet verici. İkisi müfettiş ve biri mühendis olan üç kişinin istek şarkıyı söylemeyen bir sanatçıyı, kırdıkları bira bardaklarıyla darbedip öldürmeleri gibi. Şimdi de bu eğitimli cahillerin yargıda hak ettikleri cezayı almaları üzerine yazıp çiziyoruz. Ama bu şahıslar nefretle, hınçla saldırmışlar. Aynı mahallenin linç kültürüyle beslenmiş çocukları gibi, birbirlerini durdurmaya da çalışmamışlar. Bunun gerçek nedenlerini sorgulamadığımız için, bir insanın ölümüyle sonuçlanan olayın bir şarkı meselesinden çıktığına kendimizi inandırmaya çalışıyoruz belki de…
***
Belki de asıl mesele kültürel kimliklerin çatışmasında. Çünkü bu çatışmalar; hasbelkader diploma sahibi olmuş, torpille işe girmiş, hak etmediği mevkilere gelmiş ve her nasılsa piyangodan vurmuş gibi etrafa para saçarak sınıf atladığını sanan alabildiğine çapsız bir güruh türediğinden beri var. İmrendikleri dünyanın yaşam felsefesine ve kültürüne hayli uzak oldukları halde, o havayı da teneffüs etmek istiyorlar ama iletişim dilini kurmayı başaramıyorlar. Trafikte, altında milyarlık bir araçtan inen öfkeli bir adamın, içinde çocuk olan başka bir aracın üzerine çıkıp tepinmesi gibi… Ne yaparlarsa yapsınlar hangi kimliği üzerlerine geçirirlerse geçirsinler en kalabalıkta bile kendilerini ele veriyor sırıtıyorlar. Her şeyleri emanet gibi duruyor; düşünceleri, kıyafetleri, işleri, evleri… Asıl mesele bu olabilir mi? Bu bir türlü var olamama, kendilerini kabullendirememe hali.
***
Belki bizim de haber anlayışımız artık değişmeli. Mağdur olandan çok, mağdur edeni anlatmalıyız… Çünkü bu olaylar ilk değil belki, ama giderek meşru eylemler haline getirildiği için belli ki son da değil… Hastanede istediği ilacın reçetesini yazmayan doktora şiddet uygulayan bir hasta yakınına, down sendromlu bir çocuğu döven bir okul müdürüne, otistik bir çocuğu döven iki öğretmene de ulaşmalıyız: “Sizi kim öğretmen yaptı, savunmasız insanları döverken ne hissettiniz? Bu gücü, bu pervasızlığı nereden kimden alıyorsunuz” gibi sorular yöneltmeliyiz belki de. İnsanlara eziyet ederek eğlenenlere de….
Bugün dünya genelinde yaklaşık 1 milyar insan zihinsel sağlık problemi yaşıyor. Türkiye’de de her dört kişiden birinin ruhsal ve davranışsal sorunlar yaşadığı biliniyor. Belki bizde Belçika’da olduğu gibi ruh sağlığı için doktor reçetelerine “müze ziyareti” gibi kültürel faaliyetler eklemeliyiz. Ama bizdeki sorunun sadece ruh sağlığı ile açıklanamayacağına inanıyorum… Mesele normal olduğunu sanan bu insanlara yaşananların ve yaşatılanların normal olmadığını anlatabilmekte.